Traklar

TümülüsTrakya'nın antik çağlardaki halkı olan Traklar, Hint-Avrupa kökenli bir halktı. Yazılı dil verilerinin çok az olması nedeniyle dilleri hakkında çok fazla bilgi edinmenin mümkün olmadığı Traklar'dan kalan özel isimler, yer adları, tanrı adları ve çok kısa bir metin onların dillerinin Satern gurubuna girdiğini ve İllirce ile birlikte, Slav ve Balto-Slav dilleriyle ilişkili olduğunu göstermektedir. Ölülerini yakmaları sebebiyle fazla bir biyolojik malzeme bulunmamasına rağmen eldeki çok az iskelet örneğiyle birlikte, eski Yunanlılar' ın kayıtları ve sanat eserleri üzerindeki tasvirler bize renkli gözlü ve beyaz tenli Avrupalıları göstermektedir. Genel olarak Dinarik ve Dinaro-Nordik bir ırkın varlığı söz konusudur.

Trakların Yaşadığı Alan

En geniş yayılım alanı itibariyle Trak toprakları kuzey Ege Kıyılarından Karpat Dağlarına, Vardar Nehrinden güney Morova ve Tisza vadilerine ve kısmen Ukrayna ve kuzeybatı Anadolu'ya kadar uzanıyordu. Ama toprakların kalbi günümüzde batı ve doğu Trakya olarak bilinen bölgeydi. Bu geniş topraklar üzerinde yaşayan Trak ulusu hiçbir zaman bu bütün bölgeyi içine alan bir devlet kurmamış, genel olarak değişik kabileler halinde parçalanmış değişik yönetimler değişik bölgelerde hakim olmuştur. Güçlü kabileler daha geniş ve önemli bölgelere sahip olurken, onlara bağlı ya da onlara karşı olan kabileler arasında çatışmalar olduğu muhakkaktır.

Dışardan gelen yabancı saldırılara karşı bu kabileler kısmen birbirileriyle kısmen de yabancılarla ittifaklar yaparak varlıklarını sürdürmeye çalışmıştır. Güçlü bir devlet kurmayı başaran Odris Kabilesi Trak topraklarının merkezi bölgesinde, yukarı Tunca vadilerinden orijin alan ve Meriç boyunca hareket eden bir topluluktu.

Lalapaşa Çevresindeki Trak İzleri

Trak tarihinde önemli bir yeri olan Lalapaşa çevresinde dağılmış çok sayıdaki arkeolojik eser arasında özellikle çok sayıdaki Tümülüs, Dolmen ve Menhir dikkat çekicidir. Bunların bir kısmı soyulmuş ya da çeşitli şekillerde bilimsel bulguları tahrip edilmiştir. Bütün bu buluntular bilimsel araştırmayı beklemektedir. Yörede daha önce incelenmiş olan Tümülüslerin hepsi mezar odası vermediği gibi bir kısmı at yakma izleri ve at kemikleri göstermektedir. At mezarı olarak nitelenen bu Tümülüsler, esasında Traklar'ın Orfik dinleriyle ilgili tören ve kurban yerlerinin uzantılarıdır.

Bu noktada Sinanköy'ün doğusunda Bizans devrinde kullanılan mağara kiliselerin de kökenini muhtemelen Traklar'dan ve ya Lüvitler'den alıyor olması, Orfik mezar gelenekleri ve ayinlerle ilişkili olması muhtemeldir. Bunlar dışında Trakya'nın değişik yerlerinde rastlanan Muhittin Baba tepesi gibi megalitik anıtların da bu Orfik ayinlerle ilgili olup, yüksek yerleri seven Trak din adamlarının ayin yaptığı, kurbanların verildiği sunaklar olduğu düşünülmektedir. Bu megalitik anıtlarla birlikte mağaralar Orfik dinin en önemli öğeleri arasında yer almaktadır.

Lalapaşa'da yaşayan Traklar'dan kalan bu dini izler bu bölgenin özellikle uzun süreli bir Trak yerleşim merkezi olarak dikkate alınarak incelenmesi gerektiğini göstermektedir.

Odrysler

Ainos (Enez) yakınlarında M.Ö. 5500-5000 yıllarına rastlayan dönemde, Anadolu özellikleri taşıyan çanak çömleği ve sur duvarlarıyla bir koloni niteliğinde olan ve Balkanlar'da bilinen en eski neolitik kültürlerden de eski bir yerleşim yeri vardı. Sonraları Trakya'ya yerleşen, cesaret ve savaşçılıktaki büyük becerileri pek çok ülkeyi korkutan Traklar'ı, bu niteliklerinden dolayı Atinalılar da, Romalılar da ordularında ücretli asker olarak görevlendirdiler. Traklar'da, mağaradan, güçlü kalelere, çiftliklerden, kazıklar üzerinde inşa edilmiş balıkçı köylerine ve açık kentlere kadar çok çeşitli yerleşme biçimlerine rastlanırdı.

Apsintiler; Ainos'un (Enez) doğusunda, Drugeriler; orta Hebros (Meriç) bölgesinde, Tynler; Salmydessos (Midye) bölgesinde, Kalopothaklar; Ainos'un (Enez) güneyinden Kallipolis (Gelibolu) Yarımadası'na kadar olan alanda yerleşmiş Trak kabilelerinden bazılarıydı. Bunların içinde en ünlüsü Tonzos (Tunca) vadisinden sahile uzayan bölgede oturan ve güçlerinin zirvesinde olan Odrysler'di. Trakya'da böyle geniş bir alana yayılmış olan Odrys halkının en önemli kasabalarından biri Odrysai idi. Odrysai, Hebros (Meriç) ile Tonzos'un (Tunca) birleştiği yerde ve bu nehirlerin oluşturduğu kavisin içinde kurulmuş bir yerleşim ve pazar bölgesiydi.

Geçiş Yolu

Bölge, Güneydoğu Avrupa'nın Anadolu'ya zorunlu geçiş yolu üzerinde bulunması nedeniyle, göç, istila, ticaret ve kültür alışverişi konularında etki altındaydı. Özellikle göçler ve geçişler nerede ise hiç durmadı. M.Ö. 513'te Pers kralı Darius İskit seferine, önce Bosphorus'daki (İstanbul Boğazı) Anadolu ve Rumeli'den geçtikten sonra, Trakya'nın içlerine doğru kıyıdan çok uzak olmayan bir yerden devam etti. Ordunun ilk durak yeri Odrysler'in memleketi oldu. Artık Trakya Pers egemenliğine giriyordu.

M.Ö. 492'de Mardonius'un seferi Persler'in egemenliğini sağlamlaştırdı. Daha sonra da M.Ö. 480'de Traklar, Kral Kserkses'in ordusuna asker vermek zorunda kaldılar. Kserkses, Melas Körfezi'nde (Saros Körfezi) Kallipolis (Gelibolu) Yarımadası'ndan hareket etti, Ainos (Enez) şehrinden geçti ve böylece Hebros (Meriç) Nehri'nin bütün ovası Persler tarafından alındı. Persler'in ülkedeki egemenliğine son verilmesinden sonra, dağınık Trak kabilelerinin birleşmesi gerektiğine inanılarak, önderlik kral Teres'in idaresi altındaki Odrysler kabilesine veıildi. Böylece Odrysler, Hebros (Meriç) ve Kypsela'dan (İpsala) Varna'ya kadar olan toprakların sahibi oldular. Odrysler aristokratik, feodal bir devlet olarak kurulup, örgütlendiler.

İğneada FeneriKaradeniz'in en ucunda, 1866'dan bu yana ayakta duruyor İğneada Feneri. Bunca yıldır, 40-50 metrelik uçurumun üzerinden, 10 saniyede iki çakarak karşılıyor Türkiye'ye giren gemileri ya da uğurluyor..

Küçük fener evinde yaşayıp feneri bekleyen ailesi hiç değişmemiş. 1940'lı yıllarda üç kızıyla tek başına feneri ve etrafındaki "tehlikeleri" çekip çeviren Selvet Nine'nin torunları, yani dördüncü kuşak görev başında bugün.

Çocukluğunda, içinde doğduğu fenerin ve etrafındaki bomboş yamaçların anlamı, onun için "arkadaşsızlık"tı. Ama 41 yaşındaki Nihat Engin, okumak ya da askerlik için gittiği büyük şehirlerden dönüp, hayatını yine o fenerde kurdu. Evet, burnun en ucuna, 40-50 metrelik uçurumun tepesine, uçsuz bucaksız bir manzaranın içine kurulmuştu 136 yıllık fener ve ilk çağrıştırdığı şey yalnızlıktı. Ama yaşı ilerledikçe anlamı değişmişti onun için; artık bu yalnızlığı seviyordu.

Nihat Engin, ailesinin dördüncü kuşak fenercisi olarak, görevi babası Mustafa Engin'den devraldı. Mustafa Bey 31 Ekim 1983'te bıraktı, o kasımın 1'inde görev başındaydı. Onlar bunu hep yapıyordu: Babasına kayınvalidesinden, kayınvalidesine ölen kocasından, ona babasından geçmişti fenercilik. Fenerciliğin babadan oğula ya da kadınlara geçmesi bir gelenek. Biz bu hikayeye ancak Nihat Engin'in anneannesi Selvet Kurçak'tan başlayabiliyoruz, çünkü fenerin sözlü tarihi ancak ona kadar gidebiliyor:

FENERE GELİN GELDİ

İğneada FeneriŞu anda 88 yaşında olan Selvet Kurçak Bulgaristan doğumlu. Beş yaşındayken ailesiyle birlikte, tam sınırdaki Beğendik köyüne göçtü, sonra da fenere gelin geldi. Kayınpederinin ölümüyle kocasına geçen fenercilik kısa bir süre sonra onun mesleği oldu. Eşi Osman, ikinci dünya savaşında ihtiyat askerliği nedeniyle İstanbul'dayken hastalanmıştı, ölüm haberini aldı ama ölüsünü bile bulamadı. Biri fenerde, diğeri köyde doğan üç kızıyla bir başına fenerle başbaşa kaldığında çok gençti. 14 yıl boyunca yaptığı fenercilikten hatırladığı tek şey eziyet. Yaptığı işin bir zevkini göremeden, "uçan kuş bile yok" yalnızlığında, bir de güvenliği sağlaması gerekiyordu. Üç güzel kızı, bir de radyosu vardı! Radyo aşkına köyün kızları, geceleri yatıya geliyordu.

Fener belki de bu özellikleriyle tepede konuşlanan küçük birliğin askerlerini cezbediyor, pencere parmaklıklarına üşüşüyorlardı. Bir gün pencerelerin parmaklıklarını, dönemin kara yeşil boyasıyla sıvadı. Akşam pencereye üşüşen askerler parmaklıkları yakalar yakalamaz, yakalandılar. Onbaşı ertesi gün şöyle bir haber yolladı: "Tövbe billah, bir daha gelmeyecekler. Ne olur şikayet etme." Korkmadı. Allah tarafından geldiğine inandığı güçle, başına "bişeycik" de gelmedi. Bir yandan tokmak çevirip, feneri temizleyerek, bir yandan bahçesine ektiği her türlü sebze ve ekinle beslenerek yaşadı.

DAMAT DA İŞBAŞINDA

1960'lı yıllarda Selvet Kurçak'ın kızı Ülfet'in kocası Mustafa Engin'e geçti fenercilik. Ülfet, fenerci torunu, fenerci kızıyken bir de fenerci karısı olmuştu. Sonra da fenerci annesi olacaktı. Avlulu, üç odalı ve "kuleli" bir evdi orası. Altı çocuğunu orada doğurdu Ülfet hanım. Ama o zamanlar İğneada yürüyerek üç saatti. Ortaokul ise en yakın Kırklareli'nde.
Mustafa Engin, hiç şikayetçi değildi iki saatte bir tokmağı kurmaktan.

1968'de Cumhuriyet'ten Zeynep Avcı'ya anlattığı gibi, fener kale gibiydi, Karadeniz ayaklanır, köyün damları uçar, buraya bişeycik olmazdı. Uçaklar bile rotasını fenere bakarak ayarlıyorlardı... Tek sıkıntısı vardı, o zaman ortaokul yaşına gelmiş ilk kızını okutamamak. Ama fener, onun sayesinde, bir anlamda yörede modern hayatın simgesi olmuştu: Köyde gazete alan beş-on kişiden biriydi, ilk elektrik, televizyon, kitap onun fenerine girmişti, ilk koltuk alan onlardı, ilk ayakkabı, ilk desenli çorap giyen kızlarıydı.

Mustafa beyin okuma tutkusuydu çocukları Sabahat, Nihat ve Nevzat'ı gece üçte kaldırıp saatlerce yürüyerek okula gönderen. Okula göndermeyi başaramadığı ilk kızı Sevim'in anlattığına göre 1960'larda fener hayatı şöyleydi: Ortalık kararır kararmaz gaz doldurulur, yakılırdı. Gece nöbeti için mutfakta toprak fırının yanında yatılır, iki saatte bir sistem yeniden kurulurdu. Karayel estiğinde fenerin tepesi pek de keyifli olmazdı ama rüzgardan, denizden korkup fenere çıkmamazlık edilir miydi hiç, ya elin gemileri gider bir yere bindirirse! Ülfet-Mustafa Engin'in, hepsi de fenerde doğan altı çocuğundan biri Nihat Engin, bugünkü fenerci. Limandaki iki ve denizdeki bir fener de ona bağlı. Artık, Fener Sitesi'nin villalarına yaslanmış fener evine her türlü teknolojiyle birlikte internet de girdi. 2000 yılında son sistemle donatılan fener, artık 100'lük halojen bir ampulle çalışıyor ve bu ışık, plastik yansıtıcılar sayesinde 20 mil uzaktan seçilebiliyor. Otomatikteyken hava karardığında kendiliğinden devreye giriyor; elektrik kesintilerinde üç gün çalışıyor.

Nihat Engin'in oğlu Müjdat Lüleburgaz'da liseyi okuyor; kızı Esra beşinci sınıfta. Anneannesine ayda 60, babasına 850 lira kazandıran fenercilik ona 500-600 milyon aylık getiriyor: "Buradaki iş ne mi? Fenerin yanık kalması, ama birileri yaşamasa, üç günde harap olur. Bizimki önemli, sınır ve rota feneri, Türkiye'ye giriş ve çıkışı gösteriyor. Heyecan yok ama doğduğun büyüdüğün evde görev yapıyorsun, böyle bir duygusal tarafı var. Hoşuma gidiyor. Ama bir hayalim var, Norveç'e gidip bir fenerciyle tanışmak! Fenerlerin bol olduğu Norveç'i ve oradaki fenercileri çok merak ediyorum."

Engin, yalnızlığı seviyor dedik ama gezmeye gelen insanlardan bir kısmıyla sonradan da sürecek ilişkiler kurmuş. Hala gelip gidiyorlar. Orada tanışıp evlenen kimileri, nostaljik geziler yapıyorlar fenere. Ama sıkıntı da çekmiyorlar mı, çekiyorlar. Çünkü kimi ziyaretçiler, geldiği anda feneri gezmek istiyor; ama bu zaman zaman evin mahremiyetine aykırı bir durum oluşturuyor. Biz oradan ayrılırken bilgisayarın başına geçiyor ve Norveç'ten bir fenerci adresi bulmaya koyuluyor.

BU FENER 136 YAŞINDA

1866'da Fransızlar tarafından yapılan İğneada Feneri, yüz yıldan fazla bir süre gaz yağıyla çalıştı. Gaz yağının verdiği cılız ışık kristalle büyütülüyordu. 1979'da asetilen devreye girene kadar böyle çalıştı. Her akşam hava karardığında, 25 litrelik tenekelerden gaz boşaltılır, fenerin çarkları harekete geçirilirdi, çarklar fener boyunca sarkan topa bağlanır, topu kurmak için iki saatte bir koca tokmağı çevirmek gerekirdi. Bu, "gece nöbeti" demekti; bütün gün çiftçilik, hayvancılık, çocuklar, ev/fener temizliği varken, gece uyku yoktu; iki saatte bir kalkılacak, o tokmak çevrilecekti.

Çamlıkoy Kıyıköy'e gelmeden sağa ayrılarak 8 km'lik toprak yolla ulaşılan Çamlıkoy'un (Kastro) girişinde otopark bulunuyor.

Çamlıkoy'da orman içi dinlenme yeri, göz alabildiğine uzanan kumsal ve zengin bir bitki örtüsü ile karşılaşacaksınız.

Bu gözalıcı beldenin en çarpıcı yerlerinden biri sanki akmıyormuş gibi durgun deresi. Sandal veya motorla derede yapılacak gezintide konuklarına ladin, dişbudak ve çam ağaçları ile etkileyici bir doğa sunuyor. Bitki örtüsünün değişmez konukları elbette kuşlar. Saka seslerini her zaman, bülbül sesini ise sabahın erken saatlerinde dinleyebilirsiniz. Nilüferlerin de bulunduğu derenin civarında yavaş hareket edip, sessiz olmalısınız. Zira en ufak bir hareket nilüfer yapraklarında dinlenen kurbağaların ya da derenin girişinde kıyılara çıkıp güneşlenen su kaplumbağalarının kaçmalarına neden oluyor. Derenin ortasında uzanan daracık ada deredeki gezi trafiğini düzenliyor sanki, dereyi gidiş - geliş yolu olarak ikiye ayırıyor.

Ormanın içlerine uzanan 2.5 km'lik derenin sonunda doğanın tatlı bir sürprizi bekliyor sizi. Sessizliğin ortasında birden bire küçük şelalenin şarıltısını duyacaksınız. Yazın suyu azalan şelaleyi kayaların üzerinden seyretmek, hatta bu anıyı fotoğraflamak da bir başka keyif. Derenin denize ulaştığı yerde çizdiği kavisler gözünüzü okşayacak. Kumsalda yürüyüş yapmak, balık tutmayı denemek de mümkün. Derede kefal ve sazan, denizde ise ustaysanız paragatla kalkan yakalama şansınız var. Kalkan için avlanma yasağı dönemlerine dikkat etmelisiniz. Çevrede ağ atan balıkçılardan mevsimine göre lüfer, dil, kalkan, karagöz, levrek, tekir satınalıp hemen oracıkta pişirebilirsiniz. Balık sevmiyorsanız o zaman kasaba bir göz atın.

Yüzerken acıkdenizde, Karadeniz'de olduğunuzu unutmayın. Sahilden bakınca çok yakın görünen adaya yüzmek isteyenler kendilerinden emin değillerse bunu denememeliler. Deniz mesafeleri kısa gösterir ve sizi yanıltır. Yarı yolda yorulup kalabilirler.

Günübirlik geziler için orman içinde ve dere boyunca piknik yerleri mevcut. İhtiyaçlarınızı karşılayabileceğiniz bakkal, kasap ve manav da bulabileceksiniz. Duş, kabin, cafe, lokanta ve çay bahçelerinden yararlanabilirsiniz. Orman içi dinlenme yerinde çocuklar için oyun parkı ve spor alanları da var. Karavan veya çadırla gelenler küçük bir kira ödeyerek kamp kurabilirler.


Şimdiki adıyla Çamlıkoy, bilinen adıyla Kastro Tekirdağ il sınırları içinde kalmaktadır ve Saray ilçesine bağlıdır.

LİMAN DURUM GÖSTERGESİ

LimanBölge Müdürlüğü Adı: İSTANBUL

Bağlı Liman Başkanlığı: İğneada

Koordinatlar: 41º 53' 20"N-28º 01' 30"E
İç Liman: 41º 53' 20"N-28º 01' 30"E
Dış Liman: 41º 53'N-28º 03'E noktasının batısında kalan deniz alanı

Yük Kapasitesi: 50.000 ton/yıl

Çalışma Saatleri: 24 saat

Fener Durumu: Faal

Sahil Güvenlik Durumu: Var 24 Saat

Barınma Hizmeti: Var
Cer Hizmeti: Var

En Yakın Yerleşim Merkezine Uzaklığı: 5 km

Yük Özelliği: Kuru 50.000 ton/yıl

İskele
Boyu: 250 m
Eni: 30 m

Yüksekliği: 1.20 m
Kapasitesi: 50000 ton/yıl
Açık Depolama Alanı: 40.000 m²

Limanda Tatlı su hizmeti: Var
Acil Müdahale İmkanları En Yakın Sağlık Ocağı: 5 km

İğneada Resort Hotel

İğneada Resort HotelOtel bünyesinde 18 süit, 2 connection oda, 2 engelli odası ve 104 standart oda bulunmaktadır.

Tüm Odalarda Sunulan Hizmetler:
Halı kaplı, Merkezi Klima, Minibar, Ulusal ve Uluslararası Uydu Yayınlı LCD TV, Müzik Yayını, Direk Çıkışlı Telefon, Makyaj Masası, Emanet Kasası, Yavrulu Yatak, Özel Banyo Malzemeleri, Saç Kurutma Makinesi, Banyoda Müzik yayını, Telefon, Büyüteçli Ayna, Banyo ve Küvet Duşa Kabin hizmetleri verilmektedir.

Tel: (0 288) 692 20 20
Fax: (0 288) 692 20 60
Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.
http://www.igneadaresort.com
Deniz Mah Sahil Cad No: 3
İğneada \ Demirköy \ Kırklareli

İğneada Resort Hotel  İğneada Resort Hotel

Akkuş Otel

Tel: (0 288) 692 23 81

2002 yılı yaz döneminde faaliyete geçen otel İğneada'nın en popüler oteli olmuş durumda. Temiz ve ekonomik fiyatı ile yazlıkçılar için çok cazip. Sabahları kahvaltınızıda otelde yapma imkanına sahipsiniz.

MuratCan Motel & Restaurant

Tel: (0 288) 692 28 84

İğneada'nın en eski otellerinden biridir. Yakın bir zamana kadar Kırklareli Valiliğine bağlı bir otel olarak hizmet veren otel son birkaç yıldır Özel sektörde hizmet etmektedir.

KUŞ GÖZLEMCİLİĞİ

Marmara Havzası İğneada Ormanları

İl: Kırklareli
İlçe: Demirköy
Yüzölçümü: 3000 ha
Rakım: Deniz seviyesi
Koruma: Var
Başlıca Özellikleri: Tatlısu gölleri, subasar ormanı

Kuş Türleri: Kara leylek (5 çift) popülasyonuyla önemli kuş türleri statüsü kazanır. Ayrıca, sonbahar göçü esnasında önemli sayıda leylek (iki günlük sayım sırasında maks. 8366) geçer.

Uyduğu Kriterler: B1iv, B2

İğneada çevresi göllerle ve ormanla çevrili bir bölge olduğu için kuşların yaşaması için çok elverişli bir ortam. İğneada'nın hemen sağ ve solundaki Mert Gölü ve Erikli Gölü kuşlar için adeta bir Cennet. Burada başta bahri, karabatak, gümüş martı, karabakatak, su tavuğu, yabani ördek gibi bir çok kuş türü bulabilirsiniz. Göç dönemlerinde ise Leylekler adeta işgal ederler buraları.
Sitemizde sizlere daha iyi hizmet sunulabilmesi için çerezler kullanılmaktadır. Hizmetlerimizi kullanarak çerez kullanımına izin vermiş olmaktasınız.