Tarihsel süreç içerisinde, ilk sayım yılı olan 1927'den günümüze kadar geçen dönemde nüfus, sayım yılları arasında büyük farklılıklar göstermiştir.

Şehir, 2 büyük ana karanın birleşim noktasında yer almasından dolayı Asya ile Avrupa arasındaki nüfus hareketlerine sahne ve şahit olmuştur. Bu manada göçler, savaşlar ve istilalar, nüfuslanmasında büyük rol oynamış ve oynamaktadır. Günümüzde ise İstanbul'un taşan nüfusu, Çatalca'nın verimli ve bakir arazileri üzerine akmaktadır.


Cumhuriyetin ilk yıllarında Çatalca Nüfusu;

  Erkek Kadın TOPLAM
Müslüman Türk 9.631 8.000 17.631
Rum 7.295 7.099 14.394
Ermeni 24 23 47
Yahudi 51 35 86
Bulgar 28 17 45
Kıpti 374 401 775
TOPLAM 17403 15.575 32.978

Çatalca şehri, İ.Ö 2000 yıllarına dayanan yerleşim bölgesi olma özelliği nedeniyle; farklı hükümlerim oluşturduğu bir alan üzerinde kurulmuştur.Asya ile Avrupa'yı birleştiren İstanbul şehrinin batısında yer almasından dolayı kazandığı stratejik önemi nedeniyle tarih boyunca göçlere,istilalara, saldırılara sahne olmuştur. Bu temel sebebe bağlı olarak; Çatalca tarihsel gelişiminde yerleşme ve kültür bakımından dinamik bir süreç yaşamıştır.

Çatalca ve dolayının Trakya'nın ilk yerli halkı olan Traklardan beri (İ.Ö.2000) bir yerleşim bölgesi olduğu, yakınında yer alan ve bugün turistlik önem taşıyan İnceğiz Köyü'ndeki Mağaralarından anlaşılmaktadır. İnceğiz Mağaraları, Erken Bizans Döneminde mezhep kavgalarından kaçanlarında sığınıp barındıkları yerler olmuştur. Henüz tarihlendirilmeyen Subaşı, Gökçeali, Pınarca köylerindeki mağaralar bu konuyu aydınlatmak üzere arkeologların ilgisini beklemektedir. Yaklaşık olarak 2500 yıllık bir tarihe sahip olan Çatalca bölgesinin ilk yerleşimi M.Ö 450 sene önce Romalılar zamanında şimdiki İnceğiz köyünün bulunduğu yerdeymiş.Fakat, bir süre sonra aslen Tatar ırkına mensup olan kafilelerin Balkanlara akınları sırasında yıkılıp yıkılmış ve bilahare havuzlar mevkiinde akıncılar tarafından 2. defa olarak inşa edilmiştir.

Yöre M.Ö 4.yy' da Makedonya devletinin egemenliğine girmiş İstanbul'u onaran Kral Yagfur'un kızı Haniçe'nin Yaylağı olan Büyük İskender Asya seferi sırasında yolu üzerindeki Çatalca'da büyük yıkıma yol açtıysa da çok geçmeden komutanlarından birine şimdiki Kaleiçi Mah.'nin bulunduğu yerde ilk yerleşmeyi kurdu.

Şehir,Antik Çağda "Metrai"(Marta, Metran, Metris) adıyla anılıyordu.Metris kelimesi Osmanlıcıda "Siper" anlamına gelmektedir. Çatalca'nın kuruluş yerini belirleyen ve uzun süre devamını sağlayan fonksiyonun doğal savunma hattına sahip olması nedeniyle bu isim verilmiş olabilir. Aynı zamanda başka kaynaklara göre Büyük İskender'in yaveri(generallerinden) Ayametris tarafından kurulduğu tahmin edilmektedir. Bu generalin Ayametris ismine atfen metris, metraj, metran veya matrai denildiği çeşitli kaynaklarda verilmiştir.

Meşhur seyyahımız Evliya Çelebi'ye göre ise Çatalca'nın bir başka adı daha vardır. Bu isimde "Hanice" Rumca bir kelime olup Büyük İskender asrında İstanbul'u onaran Kral Yagfur'un kızı Haniçe'nin yaylağı olması nedeniyle babası burada büyük bir kale yaptırarak Rumca "Hanice" adını vermiştir.

Fatih devrinde İstanbul kuşatması öncesi uzun süren direnişinden ve çetin savunmasında veya bir nevi çetinlik hissedilmesinden dolayı "Çetince" adının verildiği rivayet edilmektedir. Zamanla bu kelime "Çatalca" ya dönüştürülmüştür.

Çatalca 1371 yılında Yıldırım Beyazıd tarafından Bizanslılardan alınarak Osmanlı topraklarına katıldı. Osmmanlılar Matrai'yi değiştirerek Çatalburgaz adını verdiler. Bundan sonra Çatalca 'da 2 ayrı kültür, 2 ayrı yaşam ve yerleşme biçimi ortaya çıkmıştır. Müslümanlar adına sonradan Ferhatpaşa Mah. denilen bir mahalle kurdular. Rumlar ise Kaleiçi Mah.'ne yerleştiler.

Çatalca III. Murad ve III. Memed dönemlerinde iki kez sadrazamlık yapan (1591-1592-1595) Ferhat Paşa'nm çabasıyla imar edilmiştir.Ferhad Paşa şehre su getirmiştir ayrıca Mimar Sinan'a kendi adıyla anılan camiyi de yaptırmıştır.

III. Mehmet' in (Saltanat dönemi 1648-1687) avlanmak üzere sık sık Çatalca'ya gelmesi ve uzun süre kalması Çatalca'nın gelişmesine önemli katkısı olmuştur. 1611-1683 yılları arasında yaşayan ünlü gezgin Evliya Çelebi 17.yüzyıl Çatalca'sı için şu bilgileri verir. "Şehir bir Çatal dağın eteğine kurulduğu için Çatalca adını almıştır. Kayalı,dereli, tepeli,iki çatal yüksek dağın doğu eteğine güneyden kuzeye uzunlamasına bir kasabadır.; iki bin adım uzunluğunda bağlı, bahçeli, hayat sulu bir beldedir. Eyüp Sultan kadılığı nahiyelerinden 150 akça payeli mükellef kazadır. Hakim-i örtü(güvenlik amiri) Çatalca Bahçesinin ustasıdır. 300 sefer Bostancılarla zabit eder. Ayrıca subaşısı, muhtasibi,ayak naibi vardır.

"Bu şehir güzel cümle kırık yeri mihrap olup(toplam 47 camii,mescit ve kilise vardır), şehrin güney tarafı koğukdere denilen yere kadar bayırdır; ancak her evde bağ ve bahçe olduğundan evleri seyrektir"... Çatalca'da Hünkar Sarayı ve Bahçesinden başka Veli Usta Sarayı, Çataloğlu Sarayı,Kızlar Ağası Sarayı,Kadri Ağa Sarayı,Hasan paşazade Sarayı ve daha nice saraylar vardır. Yedi kat tekkesi, muazzam ve kurşun örtülü han, bir hamam ve 270 kadar dükkan vardır,ama bedesteni yoktur, okul çocuğu yoktur.Yetmiş yerden hayat suları akar durur;çarşısındaki esnafın çoğu papuçcu,pilar ve pastacıdır.

Çatalca çayırı İstanbul'un Kağıthane çayırından has olup yonca, trifil ile benzenmiş lale bahçesidir ki.Ali Osman ambarına bu bereketli yerden üç bin araba yem giderek Ahırkapı Ambarları' na basılır. Çayır mevsiminde,korunması için çorbacılarıyla birlikte bir oda yeniçeri gelir.Ovalarında Baba Nakkaş, Kineli, Baklalı, İzzetin köylerine varınca büyük çiftlikler, ağıllar,sayalar,mandıralar vardır.Koyunlu,kuzulu,sığırlı ve camuşlu vadilerdir kijstanbul ileri gelenlerinin hemen hepsinin bu köylerle ilişkisi vardır.Çatalca'nın sütü,kaymağı,tekne peyniri kesmiği,yoğurdu,dil peyniri,kaşkavalı ünlüdür.İstanbul'a getirerek büyük kazanç sağlarlar.

Çatalca Osmanlı İmparatorluğu döneminde İstanbul'un tarımsal ihtiyacını karşılayan önemli bir tarım merkeziydi.Çatalca uzun yıllar Eyüp Kadılığı'na bağlı olarak yönetildi, Tanzimat sonrasında yerel yönetimlerde düzenleme yapılırken Meclis-i İdare-i Liva-yı Zaptiye'ye bağlandı(1865) ve İstanbul kazalarından biri oldu.Daha sonra İstanbul'a bağlı Kaza-ı Erbaa (dört ilçe) muta sarraflığının merkezi oldu.Bu seçimde Çatalca'nm savunma bakımından önemini sürdürmesi etken olmuş ve daha sonra Çatalca'nm yapısında başlayacak olan değişmelerin ilkini oluşturmuştur.Bu tarihte merkez,Büyükçekmece ve Silivri kazalarıyla Terkos nakiyesini kapsayan sancağın 60.000 kadar nüfusu ve 83 köyü bulunmaktaydı. Şehir nüfusu ise 6.000 kadardı.

1870'lerde "Sırbistan'ın alınmasından sonra imparatorluğun iç bölgelerine göç ettirilen Sırp Köylüleri Çatalca'ya ve köylerine yerleştirilmiştir. Zamanla kilisenin etkisiyle Ortodoks olan Sırp Köylüleri, Rumlarla birlikte yaşamaya başlamışlardır.

19.yy' in ikinci yarısında ise en önemli gelişme 1877 - 78 Osmanlı - Rus Savaşı'nın sonuçlarıdır.Yenilen Osman ordusunun Yeşilköy'e kadar çekilmesiyle bölge Rus ordusunun eline geçti.Böylece büyük yıkımlar oldu ve yöre halkı İstanbul'a göç etti.Ardı sıra Balkan savaları başladı ve Nazım Paşa komutasındaki ordular Bulgarlarla burada çarpıştı.Bulgarlar yenildiler ve çekildiler.Fakat Osmanlıların Balkanlardan çekilmesinden sonra buradaki Türk nüfusu bölgelerle birlikte Çatalca'ya göç etti. Fakat çevre daha sonra düşman kuvvetlerine tekrar harap edildi. Şehir, bu gelişmelerden sonra yeniden Kaleiçi Mahallesi çevresinde kuruldu.

1878 yılına kadar Çatalca Sancağında eğitim kurumu yoktu.Öğretim,camii ve kiliselerin etkisiyle .dinsel nitelikteydi.II.Abdülhamit devrinden sonra.1895 yılında İdadi Mektebi, İnans (kız) Rüştiyesi ve Mekteb-i İptidai açıldı.Bunlara ilaveten 199.yy' in ikinci yansında açılmış olan bir Rum mektebi ve bir kız okulu bulunmaktaydı. 1907 yılında Rum okulu binası tamamlandı fakat yapı Balkan Savaşı'nda tahrip olmuş,daha sonra onarılarak Vali konağı haline getirilmiştir.

Çatalca istilalara,savaşlara,büyük göçlere sahne olmuştur.İlk büyük göç 1774 yılında K.kaynarca Antlaşması ile sonuçlanan savaştan sonra oldu. 1936 yılında Niyazi AKŞİT şunları yazıyordu."En büyük bozgunu doksan üç muhaberesinde verdik ve en büyük muhaceret (göç) o zaman oldu.Düşmanın amansız kuvvetlerine dayana dayana,dayanamamış bir hale gelen ve her gün canlan tehlikede olan hudut halkı,Tuna boylarını terk ederek İstanbul ve civarına yerleşmeye başladılar.1924 yılında yapılan antlaşma neticesinde Çatalca ve çevresindeki Rumlar Yunanistan'a gönderildikten sonra onların yerlerine Naseliç, Drama, Serez, Demir hisar ve Langaza muhacirleri yerleştirilmiş ve Romanya,Bulgaristan muhacirleri de gelmiştir. Cumhuriyet döneminde 1924 yılında il statüsüne getirilen Çatalca, 26 Haziran 1926 'da tekrar ilçe yapılmıştır.

Ulusal Kurtuluş Savaşı sırasında Çatalca direniş kuvvetlerinin üssü durumundaydı. Ulusal Kurtuluş Savaşı'nın hemen sonrasında Yunanistan'la yapılan göçmen değişimi anlaşması ile Türkiye'de bulunan Rum köylüler Yunanistan'a,Yunanistan da bulunan Türk köylüler ise Türkiye'ye göç ettiler.Bu dönemde özellikle ekonomik açıdan göçün yararlı olduğu söylenebilir.Buna bağlı olarak kültür farklılığı ve zenginliği ile oluşan 20.yy' in ilk çeyreğine kadar süren savaşlar belirlemiştir.Her yıl 8 Ekim tarihinde Çatalca'nın Kurtuluş Günü coşkun törenlerle kutlanmaktadır.

Sonuç olarak; Çatalca yerleşme tarihi boyunca değişik tarihi ve sosyal olaylara sahne olmuştur.Bazı dönemlerde yoğun bir şekilde nüfuslaşmış,bazen sosyo-ekonomik olarak parlamış,bazen sönükleşmiş fakat devamlı olarak yerleşim bölge olma özelliğini korumuştur. Çatalca şehrinin İ.Ö. 2000 yıllarına kadar dayanan yerleşme olma özelliği,hiç kusursuz bir takım nedenlere dayanmaktadır. Bu nedenlerin önemli olanlarını sıralarsak :

1 -) Çatalca;İstanbul için doğal bir savunma hattı olmasından dolayı kazandığı stratejik özelliğin getirdiği askeri fonksiyondur. Bizans İmparatorluğu ve Osmanlı İmparatorluğu egemenliği altındaki şehir bu özelliğini korumuş ve güçlenmiştir. Çatalca'nın İstanbul için önemli olan situasyonu yakın tarihte, 1912 - 1913 yıllarında Balkan Savaşı esnasında Bulgarlara karşı yapılan savunmada kendini bir kere daha belli etmiştir.Bunu takip eden dönemlerde de bölge askeri bakımdan nüfuslandırılmıştır.

2 -) İkinci önemli neden ise;İstanbul'a yakınlığı ve İstanbul'un tarımsal ve yakacak ihtiyacını karşılayarak kazandığı ekonomik özelliğidir.

3 -) Padişah ve Sadrazamların, özellikle "Avcı" şanıyla tanınan III.Mehmet'in sürekli Çatalca'ya gelmesi ve sadrazam Ferhat Paşa'nın Çatalca'ya olan ilgisi, bölgenin gelişmesinde önemli bir etken olmuştur.

4 -) Çatalca,kırsal alandaki köy toplumu ile şehir Özelliğindeki İstanbul arasında aracı bir yol oynuyordu.Osmanlı döneminde ticari malların iki taraflı olarak toplanıp dağıtıldığı merkez olarak ortaya çıkmıştır.

5 -) Çatalca yönetim merkezi olarak,kırsal alandaki nüfusun kontrol edilmesi veya ona hizmet götürebilmesi diye nitelendirebilecek siyasi bir merkez olma özelliğini de tarihsel süreci içerisinde korumuştur.

1924'te kurulup 1926'da kaldırılan "Çatalca Vilayeti" merkez ilçe dışındaki Silivri ve Büyükçekmece ilçelerinden oluşmaktaydı. 26 Haziran 1926 tarihinde çıkartılan bir kanunla İstanbul'a bağlı bir ilçe haline gelmiştir. Daha sonra II. Dünya Savaşı döneminde İstanbul'u batıdan koruyan savunma hattı nedeniyle önem kazanmıştır.

Çatalca 28° - 29° doğu meridyenleri ile 41° - 41,5° kuzey paralelleri arasında yer almaktadır. Çatalca, yaklaşık 500 km 2.lik yüzölçümüne ve 16170 nüfusa sahip İstanbul'a 50 km uzaklıkta şirin bir ilçedir.

Tarihsel bir kaynağa göre Osmanlılar zamanında Matrai adı yerine Çatalca denildi. Çünkü şehir çatala benzeyen 324 m. yüksekliğinde bir tepenin eteğinde kurulmuştu.

İlçenin 2 mahallesi vardır. Biri Ferhatpaşa diğeri ise Kaleiçi'dir. Çatalca, İstanbul - Edirne karayolundan (E-5) Büyükçekmece'nin batısından ayrılarak Kırklareli'ne giden 20 nolu Devlet Karayolu'nun 17 kilometrelik kesimiyle İstanbul'a bağlanır. İkinci karayolu ise Kınalı - Sakarya (TEM Otoyolu) Otoyolu olan bağlantıdır. Bu otoyol Çatalca'nın hemen 7 km. güneybatısında 20 numaralı Devlet Karayolu ile kesiştikten sonra 40km.lik bağlantıyla İstanbul'a bağlanır. Ayrıca ilçenin kuzeydoğusunda, Sirkeci - Edirne demiryolunun 71. km.sindeki Çatalca Tren İstasyonu da 3 km.lik karayolu ile ilçeye bağlıdır.

Otoyolun Çatalca'nın yakınından geçmesi, İlçe merkezinin ve çevre köylerin hızlı gelişmesine neden olmuştur. Çatalca Belediyesinin mücavir köylerinden olan Muratbey köyünün TEM otoyolunun Ahmediye kavşağına çok yakın olması bu köyün nüfusunun çok hızlı artmasına ve gelişmesine yol açmıştır.

Çatalca ve köyleri çok eski bir yerleşim bölgesi olduğundan tarihi yapılarla doludur. Köprüleri, çeşmeleri, camileri, Balkan Savaşların'nda yapılan menziler, şehitlikler görmek mümkündür. İlçede büyük nehirler yoksa da araziyi sulayan orta derecede akarsular vardır. Istıranca Irmağı, Istıranca Dağları'nın Vize ilçesi uzantısındaki Kara Orman'dan çıkarak Terkos Gölü'ne ulaşır. Irmakta tatlı su balıklan yaşamakta olup özellikle Ormanlı Köyü'nün dalyanları meşhurdur. Karasu Irmağı, Kürt Ayazması ormanında Kocataş Daman adlı yerin altından çıkarak, Büyükçekmece Gölü' ne dökülür. İlçenin özellikle Karadeniz Kıyısı kumluk miyosen, oligase tabakalanna ait muhtelif bileşimde olup, kilsi ve cibsi bölgeleri vardır. Terkos Gölü civarındaki madenler arasında altın ve Ermeni Gölü yakınlarında Kabakça ve Podima (Yalıköy) köylerinde cam ve şişe üretmeye müsait kum madenleri vardır.

Terkos Gölü yakınındaki Yeniköy'de ve Mimarsinan civarında linyit madenleri vardır. İlçe dahilinde çok yüksek dağlar yoktur, en yüksek olanlar deniz seviyesinden 375 metre yükseltisi olan Istıranca Dağları ve Çiftlikköy'e yakın 382 mt. yükseklikte Kuşkaya Dağı adıyla tanınan dağlar vardır ki Bizans İmparatorlanndan Anantasius'un yaptırdığı iki sivri kule buradadır. İlçe dahilinde Terkos Gölü ve Büyükçekmece Gölleri çevrenin su ihtiyacını temin eder. Karadeniz sahilinde ağaçlar çok, Marmara civarında ise daha azdır. İlçe dahilinde buğday, arpa, yulaf, ayçiçeği, çavdar, kaplıca (bir çeşit yem), mısır, kuş yemi. darı, burçak, fasulye, mercimek nohut vs. ziraatı yapılmaktadır. Ziraat haricinde bağcılık ve bahçecilikle de uğraşan kesim bulunmaktadır.

Silivri, Büvükçekmece ile Çatalca merkez ilçesinin güney kısımlarında tamamen denecek kadar geniş ve elverişli meralar bulunduğundan koyunculuk çok ilerlemiştir. Bu hayvanların sütü de gayet bol, besleyici özellikleri ve yağı da fazladır.

Osmanlı Dönemi

Üç Şehitler Köprüsü1354'de bir gece Süleyman Bey Kallipolis (Gelibolu) kalesini aldı ve Osmanlı kuvvetleri Trakya'ya akınlara başladı. Artık tüm Trakya'da ve Avrupa'da Türkler'in ayak sesleri duyuluyordu. 1360'da Didymotheikos (Dimetoka) fethedildi. I. Murad (1359-1389), tahta çıkışından başlayarak Rumeli'nin ele geçirilmesi için yapılan girişimlere büyük önem ve hız verdi. Sultan, Çorlu ile Keşan'ın da Osmanlı yönetimine geçmesinin ardından, Lala Şahin Paşa'yı Hadrianopolis'in fethi ile görevlendirdi. Lala Şahin Paşa, Hacı İlbeyi ile birlikte bu görevi yerine getirerek kenti Bizanslılardan aldı. 1362'nin Temmuz ayında I. Murad döneminde Hadrianopolis artık Türklerindi. I. Murad' ın Cezayirli hükümdarı Üveys Han'a gönderdiği fetihnamede kentin adı Edirne olarak yer aldı .

Fethedilen bu yeni kenti büyük bir onurla ziyarete gelen I. Murad , Lala Şahin Paşa 'nın bu başarısı ve diğer kahramanlıkları nedeniyle bölgeyi kendisine has olarak verdi ve kalenin yönetimini de Lala Şahin Paşa'ya bıraktı. İlçe adını bu kahraman Osmanlı komutanından almaktadır. 14. ve 15. yüzyıllarda bir dizi imar hareketine sahne olan bölgede daha sonra merkezi Hacıdanişment Köyü olan Çöke Bucağı kurulmuştur.

Günümüzde ilçe merkezinin bulunduğu yer ise Paşaköy olarak anılmaktadır . Bundan sonra Edirne Türkler'in Rumeli'yi fethetme hareketlerinde çok önemli bir askeri üs olmuştur. 1363'de Lala Şahin Paşa Filibe'yi ele geçirmek amacıyla buradan harekete geçti. Ertesi yıl, Sırp, Eflak ve Macar birliklerinden oluşan haçlı ordusuna karşı Sırpsındığı Savaşı, Edirne'nin 25 km. batısında gerçekleşti. Sultan Murad bir gece düşünde, ak sakallı, nur yüzlü bir kimseyle yarenlik ederken, o kişi ona Edirne'de bir saray yaptırmasını söylediğinden, Edirne'de büyük bir saray inşa ettirildi.

Osmanlı Dar-ül Mülkü Edirne

Edirne fetholunduktan sonra büyük bir hızla Türkleşmeye başladı. Osmanlıların kenti 1365'de başkent yapmaları Edirne için yepyeni bir devrin başladığını gösteriyordu. I. Bayezid (1389-1403) İstanbul'u kuşatma hareketlerini buradan yönetti. Yıldırım Bayezid'in ölümünden sonra taht kavgası nedeniyle şehzadeleri birbirlerine düştüler. Bu Fetret Devri'nde (1403-1413) kent daha büyük bir önem kazandı. Bayezid'in büyük şehzadesi Emir Süleyman Çelebi, devlet hazinesini Bursa'dan Edirne'ye taşıyarak burada tahta çıktı. Daha sonra şehzadelerden Musa Çelebi, Eflak Voyvodası'nın da yardımı ile ağabeyi ile mücadeleye girerek 1411'de kenti ele geçirdi ve burada kendi adına para bastırdı. 1413'de I. Mehmed Çelebi (1413-1421) Osmanlı Devleti'ni yeniden toparlayarak Edirne'yi kardeşinin elinden aldı.

1419'da bu defa da I. Bayezid'in Ankara Savaşı'nda kaybolan oğlu olduğunu ileri süren Mustafa Çelebi (ya da Düzmece Mustafa) sahneye çıktı. Taht üzerinde hak iddia ederek Edirne'yi ele geçirdi. Bir sultan olduğu inancı ile de burada kendi adına para bastırdı. Ardından güçlü bir orduyla Edirne'den Anadolu'ya geçtiyse de, Bursa yakınlarında II. Murad'a (1421-1451) yenildi. Edirne'de bıraktığı hazinesini aldıktan sonra Eflak'a giderken yakalanan Mustafa Çelebi, 1442'de yeniden Edirne'ye getirilerek öldürüldü. Edirne'de ilk şenlik, işte bu olayın ardından yapıldı. Halk da büyük bir coşku ile bu şenliklere katıldı.

II. Murad, Edirne'de şehzadeleri Alaeddin ile Mehmed'e çok görkemli sünnet düğünleri de düzenletti. Sultan, 1444'de tahtı oğlu II. Mehmed'e bırakarak Manisa'ya çekildi. Edirne başkent olduktan sonra tahta çıkan ilk sultan olduğu için, Edirne Sarayı'nda yapılan ilk cülus töreni de II. Mehmed için gerçekleştirildi. Bu ilk tahta çıkışında 12 yaşında olan çocuk sultanın adı, İstanbul'u fethettikten sonra şanına yakışır biçimde Fatih Sultan Mehmet olarak anılacaktı. Manisa'ya çekilen II. Murad, bir haçlı ordusunun harekete geçmesi üzerine yeniden Edirne'ye gelmek zorunda kaldı. Bu haçlı ordusu Varna'da kesin bir yenilgiye uğrayacaktı. II. Murad zaferin ardından yönetimi yine oğluna bırakmasına karşın, yeniçerilerin ayaklanması üzerine Edirne'ye gelerek üçüncü kez tahta çıkmak zorunda kaldı. II. Mehmed (1451-1481), II. Murad'ın 5 Şubat 1451'de ölümüyle kesin olarak tahta çıktı. Artık onun önünde çok önemli bir hedef vardı. Constantinopolis'i almak... Bu amacına yönelik harekatı Edirne'den başlattı.

Yeni Başkent Constantinopolis

II. Mehmed'in bu kutsal amacı 1453'de gerçekleşti. 29 Mayıs sabaha karşı yapılan taarruzla Constantinopolis'in kara tarafındaki surları yıkıldı. Aynı gün, II. Mehmed at üzerinde kente girerek, Ayasofya'da namaz kıldı. Constantinopolis'in fatihi II. Mehmed artık "Fatih Sultan Mehmed" olarak tarihe geçecek, Osmanlı İmparatorluğu'nun yeni başkenti de Constantinopolis olacaktı. Başkentliği devrettikten sonra da Edirne, imparatorluğun önemli olaylarına sahne olmaktan geri kalmadı. Kent, Gedik Ahmet Paşa'yı Edirne Sarayı'nda idam ettiren II. Bayezid (1481-1512) ile oğlu Selim arasındaki taht kavgasına sahne oldu.

Edirne, 16. yy'da Batı'ya düzenlenen seferlerin merkez üssü oldu. Sultanların çoğu zamanlarını geçirdikleri bir yer durumunda olduğundan sürekli olarak ilgi gördü. Yavuz Sultan I. Selim (1512-1520), Kanuni Sultan I. Süleyman (1520-1566), ve II. Selim (1566-1574) kentin bayındırlığına büyük önem verdiler.

Edirne'nin Parlak Dönemleri

17.yy'da ise I.Ahmed'ten ( 1603-1617 ) başlayarak bu ilgi daha da arttı. II.Osman ( 1617-1622 ) ve daha sonra IV. Murad ( 1623 -1640) Edirne koruluk ve ormanlarında büyük av eğlenceleri düzenlediler. "Avcı" adıyla anılan IV. Mehmed ( 1649-1687 ) ise çoğu zamanını burada sürek avına çıkarak geçirdi. 1670'lerde Edirne'yi neredeyse ikinci bir yönetim merkezi yapan IV. Mehmed, Rus ve Leh Seferleri'ne de Edirne'den başladı.

Yaşamını Edirne'de sürdürmeyi seven bir başka sultan, II. Mustafa (1695-1703) Edirne Vakası diye bilinen ayaklanma sonunda 1703'de tahtından uzaklaştırıldı.

Türklerle Ruslar arasındaki Prut Savaşı'ndan sonra 16 Nisan 1712'de Prut Antlaşması yapılmasına karşın, üzerinden yedi ay geçtiği halde Ruslar Lehistan'ı (Polonya) terk etmediler. Bunun üzerine Osmanlı Devleti sefer kararı aldı. III. Ahmed (1703-1730) İstanbul'dan Edirne'ye hareket etti. Bu durum karşısında kaygıya kapılan Rus Çarı I. Petro, görüşmeye hazır olduğunu bildirdi. Edirne'de yapılan görüşmeler sonunda 24 Haziran 1713'te Edirne Antlaşması imzalandı. İmzalanan antlaşmaya göre, Ruslar Lehistan'ı iki ay içinde boşaltacaklar, IV. Mehmed dönemindeki sınır çizgisi esas olarak alınacaktı. Ruslar aynca Osmanlı İmparatorluğu'nda misafir olarak kalan İsveç Kralı XII. Karl'ın da Rus topraklarından bir Türk koruma birliğinin eşliğinde geçirilerek ülkesine dönmesini kabul ettiler.

Yıkımlar ve İşgaller

1745'deki büyük yangından sonra, 1751 yılındaki deprem Edirne'nin bir anlamda gözden düşmesine neden oldu. Bu dönemden başlayarak Edirne eski debdebesinden uzaklaşıp gerilemeye başladı. III. Selim'in (1789-1807) Nizam-ı Cedit Islahatına karşı çıkan Rumeli'nin ileri gelenleri ve derebeyleri, Edirne'de 1801'de ve 1806'da devlete karşı iki kez ayaklandılar (Edirne kıyamı). 1828-1829 Türk-Rus Savaşı'nda kent düşman eline geçti. 22 Ağustos 1829'da Rusların kente girmesi Edirne'nin yaşadığı zor günler oldu. 14 Eylül 1829'da Edirne'de imzalanan barış antlaşması sonucunda yeniden Osmanlı yönetimine geçmekle birlikte, savaş Edirne'yi olumsuz yönde etkiledi. Müslüman halk başka yerlere göçmeye başladı. Sultan II. Mahmud (1808-1839), halka moral vermek üzere 1831'de kente geldiğinde on gün kalıp yıkımların giderilmesi için emirler verdi. Bu gezinin anısına Hayriye, Nısfiye ve Rubiye adlarında Edirne damgalı paralar bastırıldı.

1877-1878 Türk-Rus savaşında, 20 Ocak 1878'de Edirne tekrar on üç aydan fazla sürecek olan Rus işgali altına girdi. Birçok bölgesi yakılıp yıkıldıktan sonra 13 Mart 1879'da yine Osmanlı Devleti'ne bırakıldı. 20. yy'ın başlangıç yılları da Edirne'ye zor günleri getirdi. 1912'de Balkan devletlerinin Osmanlı İmparatorluğu'na karşı giriştiği Balkan Savaşı'nda Edirne yüz altmış gün Şükrü Paşa'nın kahramanca savunmasına karşın, açlıktan Bulgar ve Sırp kuvvetlerine 26 Mart 1913'de teslim oldu.

22 Temmuz 1913'de Enver Bey komutasındaki kuvvetler hiçbir direnişle karşılaşmadan Edirne'ye girdiler. Kent yıkık ve harap durumdaydı. Diğer Avrupa devletlerinin Türkleri Edirne'den çıkarmak için verdikleri tüm çabalar sonuçsuz kaldı ve Edirne 10 Ağustos 1913'te imzalanan Bükreş Antlaşması gereğince Osmanlı toprağı sayıldı.

Sınır Kenti

Edirne bu defa da, Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra 1920'den 1922'ye kadar iki yıldan fazla Yunan işgalinde kaldı. Ancak 25 Kasım 1922'de Mudanya Mütarekesi'nden sonra Türk ordusu Edirne'ye girdi. 24 Temmuz 1923'deki Lozan Antlaşması'yla da o artık Türkiye Cumhuriyeti'nin Trakya bölgesinde Yunanistan ve Bulgaristan sınırı boyunca uzanan, bağrında pek çok Türk anıtını taşıyan sınır kentiydi.

Ferhatpaşa Camisi:

Çatalca İlçesi’nin imarında önemli rolü olan Osmanlı sadrazamlarından Ferhat Paşa, 16. yüzyıl sonunda Mimar Sinan’a cami, sıbyan mektebi ve çeşmeden oluşan bir külliye inşa ettirmiştir. Cami kapısı ve çeşme üzerinde yer alan kitabelerde külliyenin inşa tarihi hicri 1006, miladi olarak da 1597–98 olarak görülmektedir. Balkan Savaşları sırasında büyük ölçüde tahrip olan yapı sonradan onarılmış, 1990’lardan sonra ise kalem işleri yenilenmiştir.

Klasik Osmanlı mimarisinin örneklerinden biri olan cami, kare planlı ve merkezi kubbelidir. İki sıralı pencere düzenine sahip olan yapının alt sıra pencereleri dikdörtgen söveli ve hafifletme kemerli; üst sıra pencereleri ise sivri kemerli ve alçı dışlıklıdır. Yapının girişi önünde iki revaklı bir son cemaat yeri bulunmaktadır. Dış revak saçak ile örtülü olup, son dönemde camekân ile kapatılmıştır. Üç birimli olan iç revak ise, dört sütunun taşıdığı kemerli bir düzenlemeye sahip olup, kubbelerle örtülüdür. Yapının kesme taş minaresi kuzeybatı köşede yer almaktadır. Çokgen gövdeli olan minarenin şerefe altı mukarnıslı; külah altı ise firuze rengi çini bezemelidir.

Caminin inşa edildiği teras duvarının bir köşesinde kesme taş çeşme, diğerine önünde kapalı bir sundurma bulunan, tek kubbeli sıbyan mektebi inşa edilmiştir. Yapı, bazı araştırmacılara göre kütüphane olarak tanımlanmıştır. Cami ile sıbyan mektebi arasında kalan alanda ise çoğunlukla 18. – 19. yüzyıllarda tarihlenen, içlerinde Kırım hanları ve ailelerinin de medfun bulunduğu bir hazire mevcuttur.


Mescit Camisi:

Bu caminin kimin tarafından, hangi tarihte yapıldığı bilinmemektedir. Çünkü kitabesinin kaybolduğu ya da bulunmadığı düşünülmektedir. Dikdörtgen şeklinde planlanmıştır. Kısa minaresi vardır. "Ferhatpaşa Mahallesi Mescidi" olarak da adlandırılır. Kare planlı mescit, dört yöne eğimli ahşap çatılıdır. Son dönemde onarım gören caminin pencere oranları korunmuştur.


Alipasa Çeşmesi:

1962'de tamamen yol olmuş durumdayken fiziksel çalışmalarla toprak altından kurtarılmıştır ama işlevselliğini yitirmiş durumdadır. Alipaşa Camisi'nin karşısındadır.


Ferhatpaşa Çeşmesi:

Ferhatpaşa Camii’nin ihata duvarı üzerinde yer alan çeşme, klasik üsluptadır. Sivri kemerli düzenlemeye sahip cephe, dikdörtgen profilli çerçevelidir. Kemer içinde inşaat kitabesi yer almakta ve Hicri 1006 / milattan sonra 1597/98 tarihini vermektedir. Günümüzde halen akar vaziyette bulunan çeşmeyi Çatalca Halkı günümüzde de kullanmaktadır.


Hacı Mahmut Çeşmesi:

Şu anda suyu tükenmiş durumdadır. Güzel sülüs kitabesi vardır ve bunun da bir tamir kitabesinin olduğu düşünülmektedir. Hicri 1301 milattan sonra 1884 olarak tarihlenmektedir. Kitabesinin bir kısmı günümüze kadar özgün bir şekilde ulaşmıştır.


Ali Paşa Camisi:

Çatalcalı Ali Efendi veya Hadım Ali Paşa tarafından yaptırıldığı tahmin edileni Klasik Osmanlı Mimarisi örneklerinden olan yapı, kesme taş ve tuğla malzeme ile almaşık düzende inşa edilmiştir. Merkezi planlı, tek kubbeli cami, sekiz pencereli, kesme taştan dört duvar üzerine oturtulmuş, üç birimli bir son cemaat yerine sahiptir. Balkan Savaşları’nda büyük zarar gören Ali Paşa Camii, bir süre askeri hurda deposu olarak kullanılmıştır. Yakın bir tarihte restore edilen yapı, günümüzde hizmet vermektedir.


Çatalca Hamamı:

Padişah IV. Mehmed Han’ın (Avcı) şehzadeliğinde kendisi ve haremi için inşa edilmiştir. Altı küçük kubbesi ve altı adette halveti bulunan bu hamamda da Balkan Savaşlarından nasibini almıştır. Çatalca Hamamı, Balkan Harbi’nden sonra harap olmaya terkedilmişken, 1940 – 41 tarihleri arasında 64. Tümen kumandanı General İsmail Hakkı Tekçe tarafından tamir ettirilerek işlevselliği bugüne kadar sürecek duruma getirilmiştir.


Anastasios Surları:

Çatalca’nın ve bölgenin en önemli tarihi unsurlarından olan Anastasios Surlarları, Erken Bizans Dönemi eseri olup, Anastosios I zamanında (491 – 518) tamamlanmıştır. Karadeniz ile Marmara Denizi arasında kesintisiz olarak devam eden yaklaşık 55 km. uzunluğundaki surlar, Karadeniz’de; Çatalca İlçesi Karacaköy – Evcik İskelesi’nden başlayarak, Silivri İlçesi Altınorak Sitesi yanı başında Marmara Denizi’ne ulaşmaktadır. Balkanlar’dan gelen istilalara karşı korunmak amacıyla yapılmasının yanı sıra, diğer bir görevi de şehri besleyen su sistemini ve bu bağlamda su kemerlerini koruyarak lojistik güvenliği sağlamak olan surların 1940 yılına değin duvarlarının büyük bölümü ayakta durmasına karşın, bugün bu süreklilik görülememekte olup, ancak kuşbakışı izinden sur hattı anlaşılabilmektedir.

Söz konusu sur hattı Evcik İskelesi’nden başlayıp, Karacaköy, Gümüşpınar, Pınarca, Kurfallı, Fener, Alipaşa Mahallesi ve Silivri Altınorak Mevkii’nden geçen bir hat oluşturmaktadır. Bugün surların kalıntılarına Karacaköy Gümüşpınar sapağı, Yalıköy Hisartepe, İhsaniye Pınarca Mevkii ve Kurfallı Köyü’nde rastlanılmaktadır. Dervişkapı kısmında sur duvarı otoyol tarafından kesilmiş olup, bunun kuzey kemsinde yapılan çalışmada (Bedesten ve Kuşkaya Tepesi) tespit edilen mevcut sur duvarının en yüksek noktası olduğu anlaşılmıştır. Teknik ve malzeme olarak incelendiğinde; sur duvarlarının küfeki taşından kaplanarak içlerinin moloz dolgu olarak horasan harcı ile inşa edildiği görülmektedir. Ancak bazı bölümlerinde değişik teknik ve malzeme kullanımı, surların farklı dönemlerde onarım geçirdiğini işaret etmektedir.


Topuklu Çeşmesi

Suyu Bizanslılarca getirilen Topuklu Çeşmesi Sultan II. Ahmet tarafından yaptırılmıştır. Hafif sivri kemerli ve kilit taşı süslemeli eyvan biçiminde yığma taş malzeme ile inşa edilmiştir. Önünde bulunan havuzu ile beraber günümüze kadar özgün halini koruyan çeşmenin bulunduğu meydanda bir de tarihi bir çınar ağacı bulunmaktadır.

Çatalca Surları

Günümüze kalıntı halinde ulaşan surların üzerinde herhangi bir kitabe bulunmamaktadır. Ancak yapılan incelemeler sonucu bu surların iki farklı devirde inşa edilmiş oldukları düşünülmektedir. Bizans Dönemi’ne ait olduğu tahmin edilen Orta Bizans Dönemi’ne; doğu surlarında kullanılmış olan tuğlasız örgü, harcı ve inşa tekniği ile Paleologueller devrine tarihlenmiştir. Yapının kalıntılarından dikdörtgen planlı olduğu ve köşelerinde dört adet köşe burcu yer aldığı anlaşılmaktadır. Bunların haricinde kenarların tam ortasında da birer adet burç olduğu bilinmektedir. Çatalca Surları’ndan alınan taşların şehir içinde yapılan bir çok evin inşasında kullanılması yapının tahribatına yol açmıştır.


Kaleiçi Camii

Daha öncesinde Çatalca’nın en büyük kilisesi Aya Yorgi ismiyle kullanılan yapı cumhuriyet Döneminde camiye çevrilmiştir. Minaresi 2 şerefeli olan yapının minaresinin bir kısmı 17 Ağustos 1999 depremi sonrası yıkılarak tek şerefeli hale getirilmiştir.


İnceğiz Mağaraları

Çatalca’nın en eski yerleşim birimi olarak göze çarpan İnceğiz Mağaraları 2500 yıl öncesine tarihlenmektedir. Barınma amaçlı yapılmış bu mağaralar daha sonra kilise olarak kullanılmıştır. Mağara odalarında bulunan haç işaretleri de bunun bir göstergesidir.


Mübadele Müzesi

Çatalca İlçesi’nin Kaleiçi Mahallesi’nde bulunan ve eski Rum Tavernası olarak tescillenen yapı, bir dönem Ziraat Bankası Şubesi olarak hizmet vermiştir. Avrupa 2010 Kültür Başkenti Ajansı, Lozan Mübadilleri Vakfı ve Çatalca Belediyesi iş birliğiyle müzeye dönüştürülen yapı, Ölçer Ailesi’nin tahsisi sonucu ‘Mübadele Müzesi’ olarak restore edildi.


Taş Köprü

Karasu Deresi üzerinde bulunan yapı moloz taş ile inşa edilmiştir. Kesme taş ile kaplanan köprü, beş kemerden oluşmaktadır. Yuvarlak formlu kemerlerin bazılarında rozet ve ay motifleri görülmektedir. 8 Eylül 2009 tarihinde yaşanan büyük sel felaketinde ilçe genelinde ve aynı dere üzerindeki çoğu köprü ağır hasar görürken veya yıkılırken, tarihi köprü hasarlı da olsa günümüzde halen kullanılmaktadır.


Jandarma Binası

Kaleiçi Mahallesi’nde yer alan ve bugün Jandarma Bölge Komutanlığı olarak kullanılan bina, enine gelişen bir plan göstermektedir. Yapı, üçgen alınlığı, girişin üzerinde yer alan saati ve yüksek kabartma süslemeleri ile dikkat çekmektedir. Cumhuriyet Dönemi’nde uzunca bir süre Hükümet Konağı olarak kullanılan yapının alt katı ise cezaevi olarak kıllanılmıştır.


Evcik Kilisesi

Anostosios Surlarının Karadeniz ile birleştiği noktada, denize hakim bir konumda bulunan yapı, 11. yüzyıla tarihlenmektedir. Günümüze kalıntı halinde ulaşabilen kilisenin yapısal özellikleri nedeniyle manastır olabileceği düşünülmektedir. Merkezi planlı ve kubbeli yapının tuğla kemerli bir kapı ile iki yanda birer penceresi mevcuttur.

Roma dönemi

MenhirM.Ö. 342-341'de Makedonya kralı Philip'le yaptıkları savaşı kaybeden Odrysler, giderek zayıflamaya başladılar. M.Ö. 336'da Philip'in öldüıülmesinden sonra, huzursuzluk çıkacağından korkan Büyük İskender, M.Ö. 335'de Trakya içine uzun bir sefere kalktı. Sahil boyunca devam edip, kralsız kalan Traklar ülkesinden ve Nestos (Mesta) Nehri'nden geçerek on gün içinde Balkanlar'ın eteğine ulaştı. Doğu Trakya'da sahile yakın bir yerden ilerleyip, Odrysia ve Hebros'dan (Meriç) sonra Tonzos (Tunca) boyunca ilerleyerek bir dağ geçidinden geçti. İskender'in ölümünden sonra Trakya başlı başına satraplık oldu.

M.Ö. 280-279'da Trakya, Galatlar'ın istilasına uğradıysa da tekrar güçlenen Odrysler, kralları Kotys sayesinde Makedonya ile dostluklarını sağlamlaştırdılar. M.Ö. 171-168 yıllarında Roma'ya karşı yapılan savaşta Perseus'un tek yandaşı Kotys'di. Makedonya Krallığı'nı ortadan kaldıran Romalılar Trakya'yı etkileri altına aldılar.

Caligula, Rhaimetalkes'i Trakya'ya M.S. 37-38'de kral yaptı. Rhaimetalkes'in öldürülmesinden sonra İmparator Claudius zamanında 45'te Trakya'nın bağımsızlığına son verildi. Artık Trakya bir eyalet olarak tam anlamıyla Roma İmparatorluğu'na dahil edilmişti.

Hadrianopolis

123-124 yıllarında Doğu'ya bir gezi yapan İmparator Hadrianus (117-138), Uscudama veya Odrysai adıyla çağrılan yerleşim yerinin üzerinde yeni yapılar inşa edilmesini buyurdu. Kasaba gelişip kent durumuna yükselmeye başlamıştı. Roma İmparatorluğu'nun en önemli yerleşim yerlerinden biri haline getirilen Odrysai, onu bu konuma yücelten imparatorun adını yaşatmak üzere "Hadrianus'un Kenti" anlamına gelen Hadrianopolis/Adrianopolis diye adlandırıldı. Hadrianus'un kente kazandırdığı en önemli yapı kaleydi. Tümüyle bir Roma Castrum'u planına sahip olan kalenin dört köşesinde dört yuvarlak burç vardı. Burçların arasında dört köşeli onikişer küçük kule ve dokuz kapı dizilmişti. Surların önüne de bir hendek inşa edilmişti. Roma İmparatorluğu'nun altın devrini yaşadığı 2. yy. ve 3. yy'ın ilk yarısında Trakya şehirleri çok gelişti. Hadrianopolis de, askeri alanda, ticaret ve ziraat konularında bu altın dönemden nasibini aldı ve sürekli olarak gelişme gösterdi.

Önemli bir Roma kalesi durumunda olan Hadrianopolis, Diocletianus'un (284-305) 297'de yaptığı yeni bir yönetim bölünmesinde, Trakya eyaletinin altı vilayetinden birini oluşturan Haemimontus'un başkenti oldu. Diocletianus'un çekilmesinden sonra iç kavgalar başladı. 324'de Hadrianopolis yakınında yapılan savaştan Licinius yenilgi alarak çıktı. Savaşın galibi ise, Constantinus oldu. Constantinus Bizantion'a kadar çekilen Licinus'u önce yenilgiye uğratıp sonra da katlettikten sonra imparatorluğa egemen oldu. İmparatorluğun başkentini de Roma'dan Bizantion'a taşıdı. O artık bu yeni kentteki İmparator I. Constantinus'du (324-337). Önceleri Nea Roma adı ile anılan kent, I. Constantinus'un adıyla özdeşleştirilerek, Constantinopolis oldu (11 Mayıs 330).

378'de İmparator Valens (364-378) döneminde Hadrianopolis'in kuzeyinde Gotlar ile yapılan savaş Roma ordusunun yenilgisi ile bitti. İmparator I. Theodosius (379-395) Trakya'daki karışıklıkları önlemek için Gotlar'a karşı daha ılımlı bir politika izleyerek bir anlamda göç tehlikesini de uzaklaştırmayı amaçladı. I. Theodosius, 381 yılının Eylül ayını Hadrianopolis'te geçirdi.

441-447 yılları arasında bu defa da Hunlar Trakya'ya akınlar düzenleyerek bölgeyi kırıp geçirip yağmaladılar. 550'de Avarlar'la yapılan savaşta Bizans ordusu Hadrianopolis önlerinde ağır bir bozguna uğradı ve çok sayıda askerini esir verirken, Büyük Constantine'in kutsal sancağı da Avarlar'ın eline geçti. Savaş sonrasında Anastasios suruna kadar dayanarak etrafı talan eden Avarlar'a bir baskın yapıldı ve kutsal sancakla birlikte bazı esirler kurtarıldı.

Heraklius (610-641) sülalesi döneminde Hadrianopolis'in ruhani idaresinde beş metropolitlik vardı. 807'de İmparator I. Nicephorus (802-811), Bulgarlar'a karşı bir sefer düzenleyip Hadrianopolis'i geri aldı ancak kendisine karşı bir ayaklanma hazırlandığını anlayarak, Constantinopolis'e döndü.

1018'den sonra Bizans için en büyük tehlike Peçenekler'den gelmeye başladı. Constantine IX. Monomachus (1042-1055) zamanında birleşip büyük bir güç oluşturan Peçenekler, Hadrianopolis önüne gelerek burada ordugâh kurup etrafı yağmalamaya başladılar. Hadrianopolis, Bizans devleti parçalandığı sırada en büyük toprakları alan Venedik'in hissesine düştü. 1336'da Hadrianopolis'te III. Andronicus'un (1328-1341) kızlarından biri Bulgar Prensi Mikhael ile evlendi. III. Andronicus, 1341'de öldüğünde devleti, dokuz yaşındaki oğlu Ioannes'e (1341-1391) bıraktı. Naib olarak da güvenilir bir yönetici olan Cantacuzenos'u gösterdi. Bu güvenilir yönetici, 26 Ekim 1341'de kendini Didymoteikhos'da (Dimetoka) imparator ilan ediverdi (1341-1354). İki imparatorlu ülkede başlayan çekişmeler bir taht kavgasının ötesine geçerek, büyük toprak sahipleri, asiller ve kentin ileri gelenleri ile halk arasında bir sınıf çatışmasına dönüştü. Hadrianopolis'te başlayan bu ayaklanma hızla Trakya'ya yayıldı.

Hadrianopolis'i Cantacuzenos aldı ve 1347'de Constantinopolis'e girerek bu kentte hüküm sürmekte olan V. Ioannes Palaiologos'a (1341-1391) karşın kendini VI. Ioannes olarak bir defa daha imparator ilan etti. Cantacuzenos'un Hadrianopolis kenti için 1352'de yeniden ve bu defa V. Ioannes Palaiologos'la savaşması gerekiyordu. Palaiologos Sırp ve Bulgarlardan büyük yardımlarla birlikte 4000 süvari de almıştı. Cantacuzenos ise bu büyük güç karşısında galip gelebilmek için, dostu ve damadı Orhan Gazi'nin (1326-1360) yardımına başvurdu. Süleyman Bey idaresinde 10.000 kadar Türk savaşçısı savaşı Cantacuzenos adına zaferle bitirdiler.
Sitemizde sizlere daha iyi hizmet sunulabilmesi için çerezler kullanılmaktadır. Hizmetlerimizi kullanarak çerez kullanımına izin vermiş olmaktasınız.