Arkeoloji ve Etnografya Müzesi Rakoczi Müzesi Namık Kemal Evi Malkara Eğitim ve Kültür Vakfı Müzesi

Arkeoloji ve Etnografya Müzesi

Tekirdağ Arkeoloji MüzesiTekirdağ Müzesi 1967 yılında bugün Gençlik ve Spor İl Müdürlüğü'nün bulunduğu binada hizmete girmiş, 1977 yılına kadar küçük bir teşhir salonunda hizmetini sürdürmüştür.

Bugünkü müze binası 1927 yılında Vali Konağı olarak inşa edilmiştir. 1977 yılında İl Özel İdaresi'nce Kültür ve Turizm Bakanlığı'na tahsis edilen ilk Cumhuriyet dönemi yapılarından olan kâgir yapı, daha sonra aslına uygun restore edilerek müze haline getirilmiştir. Tekirdağ bölgesinde bulunmuş olan tarih öncesi çağlardan günümüze kadar gelen toplam 14.051 adet eser bulunmakta olup, bunlardan 1.066 adedi sergilenmektedir.

a)
Taş Eserler Salonu: Perinthos Marmara Ereğlisi), Heraion (Karaevlialtı), Byzante (Barbaros), Apri (Kermeyan), ve Tekirdağ'ın diğer ilçe sınırları içindeki ören yerlerinde bulunmuş steller, adak stelleri, heykeller, heykelciklerden oluşan taş eserler ile, Naip Tümülüs'ü Odası aynı boyutlarda hazırlanan cam bir oda içinde tüm buluntuları ile sergilenmektedir.

b)
Arkeolojik Küçük Eserler Salonu: Tarih öncesi çağlardan Bizans dönemine kadar olan süre içinde yapılmış olan eserlerden pişmiş toprak Ana Tanrıça kabı, günlük kullanım kapları, krater ve amphoralar, madeni heykelcikler, kaplar, mızrak uçları, ok uçları, fibulalar, cam ve taş takılar, koku şişeleri, süs eşyaları ile madeni paralar sergilenmektedir.

c)
Etnografya Salonu: Osmanlı ve yakın dönemlerde kullanılan pişmiş toprak sırlı kaplar, ateşli ve kesici silahlar, gümüş takılar, Tekirdağ yöresi kadın ve erkek kıyafetleri, hamam takımları, el işlemeleri sergilenmektedir. Karacakılavuz dokumaları ile eski Tekirdağ Yatak Odası teşhiri bu bölümde yer alır.

d)
Tekirdağ Odası: 19. yy. ve 20. yy. Başlarını canlandıran bir oda iç fonksiyonlarıyla tasvir edilmiştir.

e)
Açık Teşhir: Müzenin beş teraslı geniş bahçesinde Tekirdağ çevresinde bulunan Hellenistik, Roma, Bizans ve Osmanlı dönemlerine ait mimari parçalar, lahitler, mezar taşları, yazıtlar, sütunlar, heykeller, mil taşları ve kabartmalar teşhir edilmektedir.

Aralık 2006 ayı sonu itibariyle Müzeyi 6566 yerli ve yabancı turist ziyaret etmiş olup, Müzede 9521 adet sikke, 2941 adet arkeolojik eser ve 1846 adet etnografik eser olmak üzere toplam 14308 adet eser mevcuttur

Rakoczi Müzesi

Rakoczi EviMacar prensi II. Ferenç Rakoczi'nin Tekirdağ'a 1720 yılında gelip ölüm tarihi olan 1735'e kadar içinde 15 yıl oturduğu dönemin Osmanlı mimarisi özelliklerini taşıyan bir Türk evidir. Macar Hükümeti tarafından 1932 yılında bir Macar mimarına aslına uygun onartılarak Müze haline getirilmiştir.

Girişindeki Türkçe ve Macarca kitabede binanın ne zaman ve ne maksatla restore edildiği yazılmaktadır. İkinci kattaki büyük bir odada Macar istiklâl mücadelesi kahramanının yağlı boya bir tablosu ile muhtelif eşyaları ve tarafından yapılan tahta oymalarının kopyaları teşhir edilmektedir.

Namık Kemal Evi

Tekirdağ Namık Kemal Evi, Orta cami mahallesi, Namık Kemal caddesi No: 7 de, Namık Kemal Derneği, İl Özel İdaresi, Tekirdağ Eğitim Vakfı, Tekirdağ Belediyesi, Vakıflar, Okullar, Belediyeler, Gönüllü kuruluşlar ve tüm halkımızın desteği ile inşa edilmiştir.

21 Aralık 1992 de temeli merasimle atılan bina, 21 Aralık 1993 te hizmete girmiştir.

19.Yüzyıl Osmanlı mimarisi tarzında üç kat olarak inşa edilen bina aslına sadık kalınarak yapılmıştır. Etrafında geniş bir bahçe duvarı vardır. Binanın dışı ve altı odası ahşap malzeme ile kaplanmıştır.

Namık Kemal Caddesi'ne bakan bahçe duvarı tarafında büyük bir porta kapı ile bahçeye girilmektedir. Bahçede Açıkhava sahnesi ve seyirlik alan bulunmaktadır.

Bodrum katının bahçeye açılan kapısından bodruma girildiğinde büyük panolarla donatılmış sergi salonu göze çarpar. Burada çeşitli sergiler açılmaktadır.

1. kata mermer döşeli bir holden girilir. Burada Atatürk ve Namık Kemal'in büyük tabloları ilgi çeker. Sofaya girildiğinde ise Namık Kemal'in adını taşıyan yerler, basın ve yayınlar, belgeler, kendisine, ailesine ait fotoğraflar bulunur. Camekanlı dolaplarda ise Tekirdağ'ın eski fotoğrafları, 19. Yüzyılda kullanılan el ve ev işleri, aydınlatma araçları, kahve, çay takımları bulunmaktadır.

Sofanın sol köşesindeki mutfakta Tekirdağ yöresindeki her türlü mutfak araç ve gereçleri teşhir edilmektedir.

Eski kiler odası, modernize edilerek, 19. Fırka ve Atatürk odası olarak döşenmiştir. Burada Atatürk'ün Tekirdağ'a çeşitli gelişleri ile ilgili hatıralar sergilenmektedir.

1. kattan 2. kata geniş bir merdivenle çıkılır. Çıkışta Gazi Hasan Paşa, Yavuz Sultan Selim ve Türklerin Rumeli'ye geçiş tabloları yer almaktadır.

2. kat bir salon ve dört odadan ibarettir. Namık Kemal Salonu'nda Tekirdağ ve yöresi erkek ve kadın kıyafetleri ibrik ve abdest leğeni vs. Diğer gömme camekanlar ise Namık Kemal'in eserleri (kitapları, gazeteleri, yazıları) ve görev yaptığı, sürgüne gönderildiği yerlerin fotoğrafları ve diğer eşyalar ile tablolarla bezenmiştir.

Büyük salona açılan misafir odası, Tekirdağ İl Özel İdaresini temsilen derneğe yaptığı katkılardan dolayı bu odaya Vali Şenol Engin Misafir odası adı verilmiştir. Geleneklerimize göre misafir odası olarak döşenen odada, alçak bir sedir döşenmiş, arka yastıkları, köşe yastıklarının yanında Tekirdağ'ın gelin kıyafetleri dallı ve bindallılar sergilenmiştir.

Mehmet Serez Tekirdağ Araştırmaları ve Basın Odası ise derneğin kurucularından ve Namık Kemal Evi'nin bu duruma gelmesinde büyük emeği geçen Mehmet Serez'in adını taşımaktadır. Odada Tekirdağ'lı şair ve yazarlar, devlet adamları, bilim adamları ve Tekirdağ ile ilgili belgeler sergilenmektedir.

Namık Kemal Odası'nda ise Namık Kemal'in soy kütüğü ve 19. Yüzyıla ait birçok eşya bulunmaktadır. Evin yatak odası eski devri yansıtan karyola, ayna, sedir, divan, çeyiz sandığı gibi eşyalarla süslenmiştir. Bu odanın içinden gusülhaneye geçilmektedir. Burası da bir Türk Hamamı şeklinde düzenlenmiştir.

MALKARA EĞİTİM VE KÜLTÜR VAKFI MÜZESİ

1993 yılında açılan bu özel müzenin halkın gönüllü bağışlarıyla 250 civarında arkeolojik, 350 civarında etnografik ve 475 civarında da sikkeden oluşan koleksiyonu bulunmaktadır. Halen 4 katlı Kültür Sitesinin 1. katında hizmet vermektedir. Tel: (0.282) 4270172-3

Namık Kemal Mehmet Namık Kemal'in Soyu Afyon'da Geçen Günler Namık Kemal Kars'ta Evlenişi İlk Memuriyeti Namık Kemal Tekrar İstanbul'da Namık Kemal'in Midilli Günleri Sakız Adası ve Ölümü Namık Kemal'in Vücud Yapısı Fikirleri, Sanatı, Yazıları ve Şiirleri Namık Kemal ve Türk Dili Namık Kemal ve Mustafa Kemal Namık Kemal'in Eserleri Tekirdağ'da Namık Kemal Adını Taşıyan Yerler
Tekirdağ'ın "Üç Kemaller Diyarı" olarak anılmasına neden olan ulu önderimiz Mustafa Kemal ATATÜRK , Vatan Şairi Namık Kemal ve Şair Yahya Kemal Beyatlı'nın Tekirdağ için ayrı bir önemi vardır. Kendilerine ait kısa bilgi:

Namık Kemal

Namık KemalBüyük vatan şairi Namık Kemal 1840 yılında 21 Aralık pazartesi günü (1256 yılı şevval ayı Pazartesi günü) sabaha karşı Tekirdağ'da doğdu. Babası müneccimbaşı Mustafa Asım Bey, annesi Fatma Zehra Hanımdır. Tekirdağ'ın Camii Vasat (Orta Cami) mahallesi Hükümet caddesi üzerinde pembe boyalı, geniş bahçe üzerindeki bir bodrum ve üzerinde iki katlı evde, Namık Kemal'in dedesi Tekirdağ (Tekfurdağ) sancağı muhassılı (mâli işlerle ilgili vali yardımcısı) Abdüllâtif Bey ile anne annesi Mahmude Hanım oturuyorlardı.

Adını Muhammed Kemal (Mehmet Kemal) koyan Tokatlı Hafız Ali Rıza Efendi, bina civarındaki Perşembe Tekkesi şeyhi idi. Devrin şairlerinden Tekirdağlı Arif Efendi: "Erdi şeref bu dehre Muhammed Kemal ile" mısrasını yazarak ona tarih düşürmüştü.

Dedesi Abdüllâtif Bey'in 4 yıl sonra, Tırhala'ya tayin edilmesi üzerine, Kemal ve ailesi ayni cadde üzerinde eski belediye binası bahçesinin bulunduğu yerdeki ahşap konağa taşındılar. Konak yıkıldıktan sonra bahçe köşesine İttihat Terakki milletvekili Mehmet şeref (Aykut) tarafından bir anıt dikildi.

İki yıl bu konakta kalan Mehmet Kemal, dedesinin Afyonkarahisar sancağına mutasarrıf tayin edilmesi sonucu ailece Afyona taşındılar.

1857'de İstanbul'a gelen Namık Kemal, divan geleneğine bağlı şairlerle ( Leskofçalı Galip, Yenişehirli Avni vb.) dost oldu. 1863'te Tercüme Odası'na girdi. Orada Şinasi ile tanıştı. Fransızcasını ilerletti. Şinasi'nin etkisiyle Batı Edebiyatını öğrenmeye yöneldi. Tasvi-ri Efkar'da yazmaya koyuldu. 1865'te Şinasi Paris'e gidince, gazetenin yönetimini üzerine aldı. Yeni Osmanlılar Cemiyeti'ne girdi. Şark meselesiyle ilgili yazılarından ötürü gazete kapatıldı. 1867'de Ziya Paşa'yla Paris'e kaçtı. Oradan Londra'ya geçti. 1868' de Hürriyet Gazetesini çıkardı. İki yıl sonra İstanbul'a döndü. Üç arkadaşıyla İbret gazetesini kurdu. Gazete " Garaz Maraz " başlıklı yazısı dolayısıyla dört ay kapatıldı. Namık Kemal Gelibolu mutasarrıflığına atandı. Dönünce yayıma devam etti. Bu sırada oynanan Vatan Yahut Silistre'yi halk coşkuyla karşıladı. Bununla ilgili olarak İbret'te yayımlanan yazı dolayısıyla hükümet ihtarda bulundu. Ertesi sayıda gazetede buna cevap verildi. Bunun üzerine Namık Kemal 1873'te Kıbrıs'a sürüldü.

38 ay Magosa Kalesinde hapis yattı. Birçok eserini orada yazdı. 1876'da Abdülaziz tahttan indirilince, salıverildi. İstanbul'a gelince şura'yı Devlet'te görevlendirildi. Kanun-ı Esasi Encümeni'nde çalıştı. Abdülhamit'e sunulan bir jurnal yüzünden tutuklandı, beş buçuk ay içeride kaldı. Beraat ettiyse de kurtulamadı. 1877'de Midilli Adasına sürüldü. Ardından 1879'da oranın mutasarrıflığına atandı. Daha sonra da 1884'de Rodos ve 1887'de Sakız mutasarrıflığına verildi. 2 Aralık 1888'de Sakız'da öldü. Mezarı Gelibolu, Bolayır'dadır.

MEHMET NAMIK KEMAL'İN SOYU

Baba soyu: Konyalı Bekir ağa, Topal Osman Paşa ( I.Sultan Mahmut zamanında İran hükümdarı Nadir şah ile yapılan savaşta şehit düşmüştür ), Kaptan-I Derya (Bahriye nazırı) olan Ratip Ahmet Paşa, üçüncü Sultan Selim Han'ın Baş Mabeyincisi Şemsettin Bey, tarih ve nücüm (yıldız falı) ilmi bilginlerinden Mustafa Asım Bey'dir. Mustafa Asım Bey babasıdır.

Anne Soyu:Anne tarafından dedesi Abdüllâtif Bey, bugün sınırlarımız dışında kalan Koniçe'de doğmuştur. Anneannesi Mahmude Hanım olup, annesi Zehra hanımdır.

AFYON'DA GEÇEN GÜNLER

Mehmet Kemal, Afyon müftüsü Buharalı Hacı Velid Efendi'den Arapça ve Farsça dersler aldı. Afyon Mevlevi Tekkesi Neyzenbaşı Coşkun Dede'den tarikat usullerini öğrendi. I.şevval 1264 (31 Ağustos 1848) de annesi Fatma Zehra Hanımı kaybetti. Annesi, Afyon Mevlevi Dergahı bahçesine gömüldü. 1291 (1895 ) yılında çıkan yangında sandukası yandı. Halen mevcut olan kabir taşında; "Abdüllâtif Efendinin duhteri guzini…. ıle başlayıp Cennete bula Zehra hanım beka-yı râ'na 1264 yazıları bulunmaktadır. Afyon muhassıllığından Kütahya'ya tayin olan Abdüllâtif Efendi görevi sona erince ailece İstanbul'a gelmiş ve kendine ait Zeyrek Fil Yokuşu'ndaki eve yerleşmiştir. Kemal ilk olarak Bayezid rüştiyesine sonra Valide mektebine (Dar'ül Maarif) devam eder. Hocası Şakir Efendi'dir. Kemal, evde babasından özel olarak, Arapça ve Farsça lisanını öğrenmektedir.

Bu arada dedesi, Kıbrıs'a Kaymakam, oradan Mîr-ı Miran yani Beylerbeyi rütbesiyle Lâzistan sancağına tayin olur. Rütbesi paşalığa yükselmiştir.

NAMIK KEMAL KARS'TA

Dedesinin Kars'a mutasarrıf olarak tayini çıkınca, Kemal'de Kars'a gider. Kars'ta kalınan bir buçuk yıl zarfında, yaşlı şeyh Karslı şair ve müderris Vaizzade Şeyid Mehmet Hamid Efendi'den tasarruf ilmini, divan edebiyatını öğrendi. Vahdet-ı Vücud felsefesini ve Mıhiddin Arabi'yi, Mevlâna'yı inceleme fırsatını buldu. Kara Veli Ağa adındaki kır serdarından avcılık, atıcılık, cirit oyunu dersleri aldı. 1854 yılları Osmanlı devletinin birçok cephelerde savaştığı yıllardı. Oltaniçe, Çitane, Silistre ve Kırım savaşları birbirini takip etti. Sivastopol'un topa tutulması ile heyecanlandı. Balıkova, Elmalı, Gözleve'den gelen zafer haberleriyle sevindi. Karsta görevi sona dedesi ile İstanbul'a döndü. Babası Mustafa Asım Bey'den tarih şuurunu ve kitap sevgisini kazandı.

On ay sonra babasının Bulgaristan Filibe Malmüdürü, dedesinin Sofya Kaymakamı oluşu ile Sofya'ya gitti. Evlerine misafir olarak gelen şair Binbaşı Eşref Bey, Kemal'in yazdığı şiirleri okuduktan sonra bir mahlâsname düzenleyerek Namık adını taktı. Bundan sonra Namık Kemal olarak anılmaya başlandı.

EVLENİŞİ

1856'da 16 yaşında iken, Niş Kadısı Mustafa Ragıp Efendinin güzelliği ile meşhur 14 yaşındaki kızı Nesibe hanım ile evlendi. Bu evlilikten; Feride, Ulviye adli iki kız ve Ali Ekrem adında bir erkek çocukları dünyaya geldi.

İLK MEMURİYETİ

Sofya'da biraz Fransızca öğrenen Kemal; ailece İstanbul'a dönüşünden sonra ilk görevine stajyer olarak 1857 de başladı. Çalıştığı yer Bâb-ı Ali tercime odasıydı. 1858 de büyükannesi Mahmude Hanımı kaybeden Kemal, 1859 da dedesi Abdüllâtif Paşa'yı kaybetti. Bu arada ikinci evliliğini Dürriye Hanımla yapan babasının yeni evine Koca Mustafa Paşa'ya taşındılar.

Namık Kemal'i bundan sonra Emtia Gümrüğünde gene tercüme odasında, Encümen-i şuara'da, Şinasi'nin çıkardığı Tasvir-i Efkâr gazetesinde, Yeni Osmanlılar Cemiyetinde, gitmediği Erzurum Vali Yardımcılığında, Paris'te, Londra'da görüyoruz. Gittiği yerlerde ailesine, dostlarına mektuplar ve gazetelere makaleler yazan Namık Kemal, edebiyatı siyasi ve milli ülküsüne vasıta yapmakta, vatan ve milletin bir hürriyet rejimi içinde yaşaması fikrini savunmaktadır.

"Hürriyetsiz yaşamaktansa ölmek daha iyidir". Medeniyet, terakki en çok kullandığı kelimelerdir. Bankacılık ve özel teşebbüs fikrini savunan Kemal, Türkiye'de meşruti bir idarenin kurulmasını, idari ve sosyal reformların gerçekleşmesini istiyordu. Viyana üzerinden İstanbul'a önen Kemal, İbret Gazetesini çıkardıktan sonra Gelibolu Mutasarrıfı oldu.(26 Eylül 1872)

Gelibolu Mutasarrıfı'na 1914 yılında yanan üç katlı bir ev tahsis edilmişti. Namık Kemal, Gelibolu Mektuplarını bu konakta yazdı. Rumeli fatihi Gazi Süleyman Paşa'nın Bolayır'daki kabrini ziyaret etti. Ebuzziya Tevfik Bey'e burada gömülmesini vasiyet etti.

Beş ay kadar Gelibolu'da kalan Namık Kemal, Gelibolu'nun su davasını halletti. Bazı sorunlara eğildi. Yahudi Meşatlığında olan bir olay bahane edilerek İstanbul'a tayin edildi. Piyes çalışmalarına başladı. 9 Nisan 1873'te Padişah Abdülaziz tarafından, Kıbrıs'a gönderildi. Bazı eserlerini orada tamamladı. 19 Nisan 1876 da İstanbul'a döndü.

NAMIK KEMAL TEKRAR İSTANBUL'DA

Namık Kemal'i bundan sonra 18 Eylül 1876 da Şurâ-i Devlet üyesi olarak Kânun-i Esasi Heyeti'ne dahil olduğunu görüyoruz. Hediye-i Askeriye Derneğinde, Sırbistan ve Karadağ'da çarpışan asker ve ailelerine yardım derneklerinde görev alan Namık Kemal, yayınlanan bir yazısı üzerine, Padişah Abdülhamid'e verilen jurnal sonucu mahkemede yargılandı.

Davadan beraat eden Kemal, Hazine-i Hassa'dan 50 sarı lira aylık verilmek suretiyle Midilli adasına gönderildi.

NAMIK KEMAL'İN MİDİLLİ GÜNLERİ

Midilli'den dostlarına Osmanlı devletinin tutması icap eden yolu gösteren mektuplar yazdı. Damadı Rıfat Bey'e yazdığı mektuplar neşredildi. II. Abdülhamid'in iradesiyle iki buçuk yıl sonra Midilli Mutasarrıfı oldu. 18 Aralık 1879 dan itibaren yaptığı görev sonucu yabancıların yaptığı kaçakçılıkları önledi. Hazine gelirini arttırdı. Midilli de 20 Türk ilkokulu açtı. Türk'lerin hayat seviyesini yükseltti. Adalarda yaşayan Türk ahalisinin sorunlarını dile getiren bir rapor hazırlayıp Bâb-ı Âli'ye sundu.

Midillide yabancı balıkçıların menfaatine set çekmesi ve kaçakçılığı önlemesi, İtalyanların hoşuna gitmedi, yerli Rumlar ile menfaatleri zedelenen eşraf ve kaçakçılar imza toplayarak Kemal'i şikayet ettiler. Midillide 7 yıl 4 ay kalan Kemal, 15 Ekim 1884 te Rodos Mutasarrıfı oldu. Sultan Abdülhamit tarafından Bâlâ rütbesi nişanını alan Kemal Rodos'ta gene padişahın imtiyaz madalyasıyla onurlandırıldı.

Rodos adasında Türk ilk ve ortaokullarını açtı eğitime ve öğrenime önem veren Kemal, burada bazı eserlerini yazarak İstanbul'da neşretti.

Rodos'ta başarılı geçen 3 yıl sonunda Sakız Adası Mutasarrıfı oldu.

SAKIZ ADASI VE ÖLÜMÜ

Namık kemal Aralık 1887 de Sakız'da göreve başladı. Havası kuru olan adada rahatsızlandı. Aslen Rum fakat iyi bir hekim olan dostu Dr. Ornştayn tedavi etti. Ölümüne yakın bir zamanda oğlu Ali Ekrem'e verdiği imzalı fotoğrafta şu şiiri yazdı;

Namus ile irfanı yetişmez mi mükâfat,
İkbal yolu gerçi Kemal'in kapanıktır.
Çok ak göremezsen de sakalında,
Elminnetüllillah yüzü ak, alnı açıktır.

2 Aralık 1888 pazar günü ikindi vakti ölen Namık Kemal, Sakız adasında bir cami-i şerifin haziresinde gömüldü ise de arkadaşı Ebüzziya Tevfik Bey'in saraya yaptığı müracaat sonucu kabir açılmış ve kurşunlanan tabut, Eser-i Nüzhet isimli vapurla Sakız adasından Gelibolu'ya getirilmiştir. Gelibolu'da Rumeli Fatihi Gazi Süleyman Paşa'nın Bolayır'daki kabri yanına törenle gömülmüştür. Namık Kemal'in kabrinin projesi şair Tevfik Fikret tarafından çizilmiş, kubbeli olarak inşa edilen mezarın masrafları ise Sultan Abdülhamid tarafından ödenmiştir.

1912 depreminde sütunlar zedelendiği için halen mermer kaplı bir kabirde bulunmaktadır. Kabir taşında fatiha ile birlikte merhumun aşağıdaki beyti yazılıdır.

"Ölürsem görmeden millette ümmid ettiğim feyzi,
Yazılsın seng-i kabrimde vatan mahzun ben mahzun."

NAMIK KEMAL'İN VÜCUD YAPISI

Oğlu Ali Ekrem Bey'in ifadesine göre, Namık Kemal, kocaman başlı, yüksek alınlı, pembe çehreli, irice burunlu, güzel ağızlı, kırk yaşından sonra koyulaşmış uzun kumral sakallı, orta boylu, şişmanca, omuzları geniş, elleri ve ayakları küçük bir adamdı. Pek az hiddetlenir, fakat hiddetlendiği zaman bu hal hem uzun sürer, hem burnundan kan gelirdi. Hiç süs sevmezdi. Gayet sade giyinir, az yemek yer, az uyurdu. Müzmin bronşit rahatsızlığı olduğu için sesi biraz kısık çıkmasına rağmen kalın bir sese sahipti.

FİKİRLERİ, SANATI, YAZILARI, ŞİİRLERİ

Namık Kemal Namık Kemal, Vatan, Millet, Hürriyet, İstiklal kelimelerini fikir hayatımıza, edebiyatımıza sokan, bunları bir sistem halinde ifade eden ilk düşünürümüzdür.

O şuurlu bir vatanseverdir. "Osmanlı milleti" veya sadece "millet" derken, yalnız "Türk"'ü düşünüyordu. İmparatorluğun karışık durumu "Türk" kelimesini her zaman açıkça söylemek imkânını vermiyordu. Milli davalar üzerinde konuşurken, "Osmanlı" yerine "Türk"ü kullanmış ve böylelikle hangi millet için çalıştığını ve hangi millete mensup olmakla övündüğünü açıkça meydana koymuştur.

Namık Kemal'in en büyük hizmeti, Vatan aşkını, Milliyet duygusunu, Hürriyet sevgisini şiire sokmasıdır.

Bir konu hakkında şahsi fikirlerini beyan eden ilk yazarımız, Namık Kemal'dir. Mir'at, Tasvir-i Efkâr, Muhbir, Basiret, Diyojen, İbret, Hadika, İttihat, Sadakat, Vakit, Muharrir, Mecmua-i Ebuzziya gibi çeşitli gazete ve dergilerde yazdı. Tasvir-i Efkar, Hürriyet ve İbret gazetelerinde sahip ve yazardı.

Londra'da 1868 yılında çıkardığı Hürriyet Gazetesinin 1 nolu nüshasında:

"HÜRRİYET (Yeni Osmanlılar) HUBB-ÜL-VATAN MİN-EL İMAN (Vatan sevgisi imandandır).

Herkesin vatanı ki, mensup olduğu cemiyetin meskenidir. Dünyada her şeyden ziyade muhabbetine mazhar olmasun mu?

Vatan o mün'im kerimdir ki hanedan-ı atıfetine gelenler, aç, aciz, çıplak gelir, sayesinde beslenir, sayesinde giyinir, hayatından, hürriyetinden sayesinde istifade eder…Lâyıkmıdır ki vatanını bedeninden aziz tutmasın?

Ya Osmanlılar bu mukaddes vazifeyi herkesten ziyade yerine getirmeye çalışmasın ki, Vatan denilen ilâhi nimet onların kılıçlarının hakkıdır.

Bu uğurda şehid olan ecdadımızın kemikleri topraktan çıkarılsa mülkün her sahrasında nice ehramlar ve hürriyetimizi düşman taarruzundan muhafaza edebilecek kadar istihkâmlar yapılabiliyor.

Bir kere tarihlere ibretle bakılsın. NE BÜYÜK DEVLET İDİK.NE AZAMETLİ ÜMMET İDİK….

Türk'ler o millet değil midir ki? Medreselerinde FARABİLER; İBN-I SİNALAR GAZALİLER, ZEMAHŞERİLER ÇIKIP HÜNERLERİNİ İLİMLERİNİ KABUL ETTİRMİŞLERDİR……CİHAN İTİBARINI BULMUŞ BİR MEMLEKET, MAARİFİN EN SADELERİNE BAKIP MUCİZELER GÖRMÜŞ GİBİ HAYRAN OLUYOR…….."

Vatan makalesinde:

"Beşiktekiler beşiğini, çocuklar eğlendiği yeri, gençler geçimlerini sağladıkları yerleri, ihtiyarlar her şeyden ellerini çekerek rahat ettikleri köşelerini, evlâtlar annelerini, baba ailesini ne duygularla severse, insan da vatanını o türlü duygularla sever"……

Bu duygular ise, sırf sebepsiz bir tabii meyilden gelmez. İnsan vatanını sever; çünkü tabiatın bize en parlak hediyesi olan bakışlarımız, daha gözlerimizin ilk açılışında, vatan toprağına yönelir.

İnsan vatanını sever; çünkü vücudunun maddesi vatanın bir parçasıdır.

İnsan vatanını sever; çünkü hürriyeti, rahatı, hakkı, menfaati vatanın sayesindedir.

İnsan vatanını sever; çünkü vatanın çocukları arasında dil ve menfaat birliği, bir gönül yakınlığı ve fikir kardeşliği vardır.

Namık Kemal, dağılmakta olan imparatorluğu kurtarmak istemiştir. Ona göre; Osmanlı (Türk) bayrağı altında yaşayanların hepsi tek millettir. Irk, dil, din ayrılıkları bir devlet çatısı altında birleşmeye engel değildir. Aynı vatanda, ortak menfaatler içinde eşit haklarla yaşayan insanlar bir millet oluşturur.

İktisadi görüşlerinde ise;

Vergi adaleti sağlanmalı, gümrük serbestisi ve kapitülasyonlar kalkmalıdır. İktisadi kalkınma ancak çok çalışarak, üretim artışı yapılarak sağlanabilir. Topyekün kalkınmayı sağlamak için eğitime önem verilmelidir. Kadınlar okutulmalı ve meslek öğrenip iş hayatına atılmalıdır. Milli bir iktisâdi politikamız olmalı, yerli tüccar ve sanayici zümresi oluşmalıdır, yerli bankalar kurulmalı, yeni okullar açılarak son teknolojiyi öğrenmiş gençler yetiştirilmelidir. Osmanlı ticaret ve sanayiini engelleyen 1838 anlaşmaları iptal edilmelidir. 1850'li yıllar sonrasında artan borçlarımızı işaret ederek, borçlanmamız sonunda siyasi bağımsızlığımızın kaybolacağını makalelerinde dile getirmiştir.

Tanzimatçılar borçlarını ödeyemez duruma düşünce yeniden borç almalarını eleştirmiştir.

Namık Kemal, ülkenin tabii gelir kaynakları olan sanayi ve ticaret üzerinde durmuştur. Ona göre; Ziraat, sanayi, ticaret milli servetin üç kaynağıdır. Halkın büyük bir kısmı geri teknoloji ile ziraat ve ticaret yapmaktadır. Sanayimizin teknolojisi eskimiştir. İmparatorlukta can ve mal güvenliğini tehdit eden iç isyanlar sebebiyle ziraatla uğraşacak pek az genç insan kalmıştır. Gittikçe ağırlaşan vergiler yüzünden geçim sıkıntısına düşen köylüler yeni geçim kaynakları aramak üzere topraklarını terk etmek zorunda kalmışlardır.

Çiftçilerimizi tefecilerin elinden kurtarmak için uzun vadeli ucuz kredi sağlanmalıdır. Yerli ticaret baltalanmış, esnaflık yok olmuş, dükkanlar kapanmış, tezgâh ve dükkan sahipleri devlet kapısına girmeye başlamışlardır.

Edebiyatı, siyasi ve milli düşüncelerine vasıta yapan Namık Kemal, milletin hürriyet rejimi içinde yaşaması fikrini savunuyordu. Medeniyet ve terakki en çok kullandığı kelimelerdi.

Bankacılık ve özel teşebbüs fikrini savunan Kemal, Türkiye'de meşruti bir idarenin kurulup sosyal reformların gerçekleşmesini istiyor ve çalıştığı gazetelerde bu fikri işliyordu.

Midilli adasında Vali olarak görevli olduğu esnada, Padişah Abdülhamid'e yazdığı yazıda;

Midillide birkaç ilkokul ve ortaokul vardır. Okullar harap, öğretmen sıkıntısı vardır. Türk vakıflarına ait binalar kullanılmaz durumdadır. Midilli'nin her köyünde ilkokullar açılması, buralara öğretmen gönderilmesi, Ortaokullarda askeri okul eğitimi verilmesi, yatılı sınıfların açılması, deniz kaptanı yetiştirecek denizcilik okulu açılması icab etmektedir.

Zeytinciliğin ihyası için çiftçi himaye edilerek, tefeci elinden kurtarılmalı, banka şubeleri açılarak zeytinden alınan vergi azaltılmalıdır. Gümrükte vergi usulleri ticarete engel olmaktadır. Adli ve dahili teşkilât ele alınmalı yeniden yapılanmalıdır.

Midillide toplanan vergiler orada harcanmalı ve kaçakçılık önlenmelidir.

Rodos adasında okul ve cami azdır. Halk fikirce yükselmemiş, din terbiyesi almamıştır. İki yerde okul açılmış üçüncü köyde ne okul ne cami vardır. Rodos'un elden çıkmaması için siyasi ve kültürel bakımdan kuvvetlendirilmesi gerekir.

NAMIK KEMAL VE TÜRK DİLİ

Namık Kemal'e göre Türk şairi olmak için Türk olmak yeterli değildir. Aynı zamanda Türk'çe yazmış olmak şarttır. Yunan, Arap, İran edebiyatı karşısında bir Osmanlı değil, Türk edebiyatı vardır. Milliyet kültür demektir, tarihimizin uzun bir devresi içinde milli kültürümüzü, sanatımızı ve dilimizi ihmal ettiğimizi söyleyerek, bu husustaki düşüncelerini şöyle açıklar:

"Dil ve kültür, milli bağı kuvvetlendiren en büyük iki güçtür. Halk diline girerek Türkçeleşmemiş ne kadar yabancı kelime varsa, dilimizden kesinlikle atılmalıdır. Konuşma ve yazı dili, milli dilimiz Türkçe'nin yapısına göre oluşturulmalı, edebiyatımız ve dilimiz üzerindeki acem dili ve edebiyatının tesiri süratle kaldırılmalıdır."
Harf meselesi üzerinde de duran Namık Kemal, o yıllarda kullandığımız harflerin Arap harfi olduğunu belirterek, halbuki biz Türk'üz bizim kendimize göre bir harfimiz olmalıdır der.

NAMIK KEMAL VE MUSTAFA KEMAL

Namık Kemal'in eserleri ve fikirleri yönünden en çok tesir ettiği kişilerin başında, Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk gelir.

Mustafa Kemal'in, Namık Kemal'i tanıması ve fikirlerini benimsemesi Manastır askeri lisesinde öğrenci iken yakın arkadaşı Ömer Naci sayesinde olmuştur. Ömer Naci'nin, Mustafa Kemal'e okuması için verdiği kitaptaki şiirde Namık Kemal imzalı şu mısralar vardır:

Vücudun kim hamîr-i mâyesi hâk-i vatandandır.
Ne gam râh-ı vatanda hâk olursa cevr-ü mihnetten.
(Vücudun mayasının hamuru, vatan toprağındandır; onun için, vatan yolunda eziyet ve sıkıntılarla toprak olursa, bunda üzülecek ne var.)

Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini,
Yoğ imiş kurtaracak baht-ı kara maderini.
(Düşman, vatanın bağrına hançerini dayadı; ama kara talihli bir ana olan bu vatanı kurtaracak kimse yok imiş) diye inleyen vatan şairine, 24 Aralık 1919 da Kırşehir Gençler Derneğindeki ve daha sonra 13 Ocak 1921 de Türkiye Büyük Millet Meclisi kürsüsünden seslenen Gazi Mustafa Kemal Paşa;

Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini
Bulunur, kurtaracak bahtı kara mâderini.

Mısraları ile cevap vermiştir.

Atatürk'e tesir eden başka bir eserde Namık Kemal'in Vatan yahut Silistre piyesi ve piyeste geçen şarkı sözleridir.

Yâre nişandır tenine erlerin
Mevt ise son rütbesidir askerin…. Mısraları okunurken Mustafa Kemale söylediği sözde yatmaktadır.

"NAMIK KEMAL BENİM DUYGULARIMIN BABASIDIR" (Bu söz Atatürk tarafından şöyle ifade edilmiştir:" Benim bedenimin babası Ali Rıza Efendi, Duygularımın babası Namık Kemal, Fikirlerimin babası ise Ziya Gökalp'tir der."

Sözleri, Atatürk'ün değer verdiği: Vatan, Milliyet, Hürriyet, Medeniyet, Aile, Hukuk gibi kavramlar üzerinde yaptığı çalışmaların bir zamanlar Namık Kemal'in üzerinde durduğu fikirler olduğu açıkça görülmektedir.

NAMIK KEMAL'İN ESERLERİ

Divan, İntibah, Sergüzeşti Ali Bey, Cezmi, Vatan Yahut Silistre, Zavallı Çocuk, Akif Bey, Gülnihal, Celâleddin Harzemşah, Kara Belâ, Evrak-ı Perişan, Tercüme-i Hâl-i Emir Nevruz, Bârika-i Zafer, Devr-i İstila, Kanije, Silistre Muhasarası, İslam Tarihi, Osmanlı Tarihi Mukaddimesi, Osmanlı tarihi (üç cilt), Tahrib-i Harabat, Takip, İrfan Paşa'ya Mektup, Mukaddeme-i Celâl, Ernest Rönan'a cevap, Cümle-i Müntahabe-i Kemal, Müntahabat-ı Tasvir-i Efkâr, Ahmet Mithat'a Mektup, Bahar-ı Daniş, Rüya, Hürriyet, İbret, Tasvir-i Efkâr ve diğer gazete koleksiyonu.

TEKİRDAĞ'DA NAMIK KEMAL ADINI TAŞIYAN YERLER

  • Namık Kemal Derneği
  • Namık Kemal Evi
  • Namık Kemal Parkı
  • Namık Kemal Heykeli 1949 yılında Heykeltıraş Ali Hadi Bora tarafından yapılarak, Tekirdağ Belediyesi tarafından dikilmiştir.
  • Namık Kemal Anadolu Lisesi
  • Namık Kemal İlköğretim Okulu
  • Namık Kemal Heykeli Sahil parkında
  • Namık Kemal Bölge Tiyatrosu Tekirdağ Belediyesi bünyesinde
  • Namık Kemal Caddesi
  • Namık Kemal anıtı 1908 yılında Edirne (Tekfurdağ) Milletvekili Mehmet şeref Aykut tarafından yaptırılmıştır.
  • Namık Kemal İlk Halk Kütüphanesi
  • Namık Kemal Üniversitesi
  • Namık Kemal Stadyumu
  • Namık Kemal Vergi Dairesi
  • Namık Kemal Ormanı Tekirdağ-Muratlı yolu üzerinde
  • Namık Kemal Viyadüğü Edirne-İstanbul çevre yolu üzerinde
  • Namık Kemal Bölge Tiyatrosu

Coğrafi Konumu Jeolojik Yapı Yeryüzü Şekilleri Dağlar Ovalar Vadiler Akarsular Kıyı Şekilleri Marmara Denizi İklim Sıcaklık Basınç ve Rüzgarlar Nem Bulutluluk Yağışlar Bitki Örtüsü Deprem Durumu ve Tektonik

COĞRAFİ KONUMU

Kuşbakışı TekirdağTekirdağ Türkiye'nin Kuzeybatısında, Marmara Denizinin kuzeyinde tamamı Trakya topraklarında yer alan üç ilden biri, ayrıca Türkiye'de iki denize kıyısı olan altı ilden biridir. Tekirdağ 41º 34' 52" - 40º 52' 53" - 41º 35' 28" – 40º 32' 23" kuzey enlemleri ile 28º 09' 14" - 26º 42' 42" – 28º 08' 34" – 26º 54' 24" doğu boylamları arasındadır.6.313 km² yüzölçümüne sahip ilin denizden yüksekliği 0-200 m arasındadır. İI doğudan İstanbul'un Silivri ve Çatalca, kuzeyden Kırklareli'nin Vize, Lüleburgaz, Babaeski ve Pehlivanköy, güneyden Marmara Denizi ve Çanakkale'nin Gelibolu ilçesiyle ile çevrilidir.

Kuzeydoğudan Karadeniz'e 1,5 km'lik bir kıyısı vardır. Ergene Havzasının güney kesimindeki en büyük kent olan Tekirdağ, Güney Ergene yöresinden ve kuzeyden gelen yolların Marmara denizine ulaştıkları yerde, geniş bir körfezin kıyısına kurulmuştur. İI merkezi kısmen vadi yamaçlarında, kısmen yalıyarlar üzerinde birbirini izleyen üç basamak üzerine yayılır. Vilayet konağının bulunduğu ilk basamakta yükselti 12 m, çarşının bulunduğu basamakta 25 m. ve kuzeyde Tuğlacılar Lisesinin bulunduğu basamakta 45 m.'dir.

JEOLOJİK YAPI

Tekirdağ'ın jeolojik yapısı oldukça gençtir. I. zamanda il alanı denizlerle kaplıdır. Bu arada aşınmalar nedeniyle denizlerin dibinde karasal kökenli tortular oluşmuştur. II. zamanda Alp kıvrımlarının etkisiyle Kuzey Anadolu dağları ile birlikte Tekir Dağları oluşmuştur. Daha önceden oluşmuş olan eski temel ve tortul tabakalar da yer yer kırılmış, kıvrılmıştır. III. Zamanın sonunda neojende, Tekir Dağı yeniden alçalmış ve düzleşmiştir. Bu dönemde Ganos ve Koru dağının kuzeyinde uzanan platoda gre ve marnlar birikmiştir. İl, günümüzdeki görüntüsünü IV. zamanda almıştır. Anadolu ve Trakya yükselirken, Ege Marmara ve Karadeniz havzaları alçalmıştır. Topraklar genel olarak kil içeren ve çimentolaşmış grelerden oluşur. Tekirdağ ve yakın çevresinde gözlenen formasyonlar hakkında kısa bilgiler; oluşum yaşı yaşlıdan gence doğru aşağıda verilmiştir. Formasyon terimi; farklı jeolojik özellikleri ve arazideki görünümlerinin farklı olması nedeniyle birbirinden ayırt edilebilen kayaç guruplarını tanımlamaktadır.

  1. YENIKÖY KARIŞIĞI : Serpantinit, mavisisit, diyorit, porfirik alteredasit, fillit, grafit, sist, klorit, sist, metadolerit, spilit, metaçört ve rekristalize kireçtaşı bloklarından oluşmuştur.
  2. LÖRT FORMASYONU : Kırmızımsı yeşil, yeşilimsi kül renkli, ince ve orta tabakalı kireç taşı özelliğindedir. Üst kesimleri yer yer kuvars kumlu kireç taşı şeklindedir.
  3. KARAAGAÇ LİMANI FORMASYONU : Birbirleriyle yanal ve düşey geçişli mil taşı, kil taşı, kum taşı ardalanmasıyla bunların arasında yer alan çakıl taşı merceklerinden oluşmaktadır.
  4. KOYUN LİMANI FORMASYONU : Tabanda gri, açık gri, üste doğru siyah, killi, siltli, masif çamurtaşı ile başlar; üste doğru kumtaşı ve çamurtaşına geçer.
  5. FIÇITEPE FORMASYONU : Genel olarak üste doğru tane boyu küçülen çakıltaşı – kumtaşı ile bunlarla ardalanmalı çamurtaşı ve çok ince taneli kumtaşından oluşur.
  6. SOĞUCAK KİREÇTAŞI FORMASYONU : Beyaz grimsi beyaz, yer yer sarımsı beyaz, kumlu ve killi seviyeli, erime boşluklu kireçtaşı ve karbonatlardan oluşur.
  7. GAZİKÖY FORMASYONU : Yer yer çok ince taneli kum taşı ve tüf katkılı şeylerden oluşmaktadır.
  8. KORUDAG FORMASYONU : Kumtaşı – kiltaşı ardalanmasıyla, bunlar arısında yer alan çakıltaşlarından oluşur.
  9. KEŞAN FORMASYONU : Kumtaşı – kiltaşı ardalanmasıyla, bunların arasında yer alan mercek şeklinde çakıltaşı ve volkanik kayaçlardan oluşmaktadır.
  10. YENİMUHACIR FORMASYONU : Kil taşı ve çamurtaşının egemen olduğu ve içerisinde yer yer kumtaşının bulunduğu tortul kayaçlardan oluşur.
  11. DANİŞMENT FORMASYONU : Kiltaşı, şilttaşı ve marn kayaçlarından oluşur.
  12. ERGENE FORMASYONU : Beyaz, sarımsı beyaz, gevşek tutturulmuş çakıl - kum, renkli kil, çakıl ve killi çamurtaşından oluşur.
  13. TRAKYA FORMASYONU : Çakıltaşı – kumtaşı ve mil taşından oluşur.
  14. ALÜVYON : Kil, şilt, kum ve çakıl türü tortul kayaçlardan oluşur.

YERYÜZÜ ŞEKİLLERİ

Deprem HaritasıBalkan yarımadasının güneydoğu kesiminde yer alan Trakya bölgesinde farklı morfolojik üniteler vardır. Bunların başlıcaları farklı yükseltiler gösteren dağ ve tepeler ile, daha az yükseltide yer alan platolar ve farklı büyüklükteki ovalardır. Tekirdağ bölgesinde bu morfolojik ünitelerden dağlık olanları kuzeydeki Istranca (Yıldız) dağlık kütlesi ile güneydeki Ganos (Işık) ve Koru dağlarıdır. Bu iki dağlık arazi arasında, Ergene ırmağının kolları ile yarılmış, hafif , orta ve bazen dik eğimli peneplen arazileri ile güney ve yer yer orta kısımlarda yer alan yüksek tepelik ve eğimli yamaç araziler bulunmaktadır.

DAĞLAR

Ganoslarİlin en önemli yükseltisini oluşturan Tekir Dağları , Tekirdağ kentinin 12 km güneyinde Kumbağ' dan baslar, Gelibolu kıstağına kadar bir sıra halinde (60 km) uzanır. En yüksek yeri Ganos (Işık) dağıdır. Yüksekliği az olmasına karşın (945 m) heybetli bir dağ görünümü vermesi, Marmara denizinin hemen yanı başından yükselmesindendir. Ganos dağının profili desimetriktir. Güney yamacı, kuzey yamacından daha diktir. Özellikle Kumbağ ile Gaziköy arasında kalan saha kıyıya çok dik bir şekilde iner .Bu dağlık kütleyi kuzeyden Işıklar Deresi, Semetli Deresi, Çaydere ve Dolapdere; güneyden ise Dutlimanı Deresi, Köyderesi, Uçmakdere, Yatandere, Değirmendere, Hasköy Deresi ve Büyükdere gibi boyları kısa akarsular derince yarmışlardır.

Bu nedenle Ganos dağlarının yamaçları parçalı olduğu halde üzeri sarp değildir. Üzerinden bakıldığı zaman plato görünümü verir. Bu dağlık alan çevresindeki alçak kısımlarda bitki örtüsünün gürlüğü ve çeşitliliği ile ayırt edilir. Yükseltinin yağış üzerine etkisi nedeniyle Ganos kütlesi kısmen orman ve çalılıklarla kaplıdır .Kuzey yamaçlarında görülen gürgen, meşe, ıhlamur ağaçları, güney yamaçlarda yerini kuru orman ve maki topluluklarına bırakır. Ganos dağlarının batısında yer alan Korudağ güney Trakya'nın en önemli yükseltilerindendir. Kuzeydoğu-güneybatı yönünde uzanan bu kütlenin Kızılpınar tepesinde yükseltisi 725 metreyi bulur. Koru dağları esmer ve yeşilimsi renkte flis fasiyesindeki mümülitik gre ve marnlardan oluşmuş yer yer bazalt akıntıları ile yarılmıştır. Kütlenin Saroz körfezine bakan yüzü kuzey tarafına göre daha diktir. Korudağ akarsular tarafından parçalanmış Ganos dağının görünümündedir.

Kuzeyindeki alçak platolar bitki örtüsü bakımından fakirdir. Yer yer meşe ve çalılıklara rastlanır. Ama Korudağı'nın yüksek kesimlerinde önemli sayılabilecek kızılçam ormanları yer alır . İlin doğu kesimi daha az yüksektir. Hafif dalgalı düzlükler üzerinde bazı sırtlar görülür. Bunlardan biri, Çorlu çevresinde; doğu-batı doğrultusunda uzanır. Ergene havzasını sınırlayan ve bir su bölümü çizgisi görevi gören bu sırt, doğuda Istranca batıda Tekirdağ eteklerine kavuşur. Istrancalar (Yıldız Dağları), Çerkezköy'de başlar ve kuzeye gittikçe yükselir. Eğrektepe (234 m), Yassıtepe (352 m), Karatepe (484m) dir. Bu tepelerin doğu yamaçları Karadeniz'e iner. Karatepe ve Yeşilkulak tepeleri arasındaki Bahçek'den aynı adı taşıyan dere ile il sınırı gittikçe alçalarak Karadeniz'e çok güzel kumsalı olan bir kıyısı vardır. (Kunduzluk-Kastro) Çamlıkoy denilen bu yerde denize ulaşan derenin doğusunda İstanbul, batısında Kırklareli il hududu başlar.

OVALAR

İç kesimlerde akarsuların geniş tabanlı vadilerini kaplayan geniş ve bereketli ovalar yer alır. Bunların en önemlileri Çerkezköy'den başlayarak batı yönünde, Ergene yatağı boyunca giderek genişleyen Ergene Ovası ile Ergene nehrine akan Hayrabolu ve Çene (Beşiktepe) derelerinin alüvyon yatakları boyunca uzanan Hayrabolu ve Çene Ovalarıdır. Marmara kıyıları boyunca uzanan dar ve küçük kıyı ovaları, akarsuların getirmiş olduğu materyallerin kıyı boyunca birikmesi sonucu oluşmuştur. Denize ulaşan derelerin yataklarında oluşan ovalar, ilin doğusundan (İstanbul sınırından) başlayarak şu şekilde sınırlanmıştır: Sultanköy-Marmara Ereğlisi arasında Kınık Ovası, Marmara Ereğlisi - Yeniçiftlik arasında Kumluca Ovası, Yeniçiftlik - Karaevli arasında Şerefli (Başalan) Ovası, Karaevli - Köseilyas arasında Değirmenaltı Ovali, Barbaros -Kumbağ arasında Naip ovaları ile Tekir Dağları'nın güney eteklerinde Hasköy'den Kızılcaterzi'ye kadar uzanan Şarköy kıyı ovası..

Bu ovaların gerisinde çeşitli yükseltideki taraçalar kıyı oynamaları sonucu oluşmuştur. Marmara Ereğlisi, Tekirdağ, Mürefte, Şarköy kıyılarında bu taraçalar daha belirgindir.

VADİLER

Hayrabolu Vadisi: Hayrabolu Deresi'nin oluşturduğu, Hayrabolu vadisi ''V'' kesitli, iki yamacı farklı eğimli bir vadidir. Vadinin güney yamacı kuzey yamacına göre daha diktir. Vadinin tabanı kumlu ve çakıllıdır, Bu yapı Sipahi Deresi' ne kadar, ince bir şerit halinde uzanır, Buradan doğuya doğru genişler. Bu genişleyen kesimde, İbrice ve Cevizdere gibi küçük ovalar oluşmuştur.

Kurtdere Vadisi: Hayrabolu Deresi'nin bir kolunu oluşturan Kurtdere'nin aynı adı alan köyün yakınında açtığı "V'' kesitli bir vadidir. Vadinin derinliği, Beşyalak Çeşmesi'nden başlayarak kuzeye doğru artar. Dere vadideki alüvyonlar içinde, menderesler çizerek akmaktadır, Kutlugün'ün güneyinde, vadinin batı yamaçlarında, 15-20 metre boyunda. 6-7 metre derinliğinde bir yamaç vardır, Bağlarsırtı Tepesi'nin hemen yanında Kurtdere' ye katılan ikinci bir derenin açtığı vadinin yamaçları daha diktir. Buralardaki bitki örtüsü oldukça sıktır.

Çengelköprü Vadisi: Çengelköprü adlı küçük bir dereciğin açtığı bir vadidir, Bu vadinin batı yamaçları kumtaşlarının direnci nedeniyle daha az aşınmıştır, Vadi tabanı iri taneli kumlu, çakıllı, alüvyonlarla kaplıdır.

Çurçura Vadisi: Hayrabolu Deresi' nin bir kolu olan Çurçura Deresi' nin oluşturduğu ''V'' kesitli, iki yamacı farklı eğimli bir vadidir. Vadide ince şerit halinde kil, kum ve çakıllara rastlanır. Dere bunların içinden akar. Vadi yamaçlarında bloklar halinde kumtaşları yer alır. Vadinin doğu yamacı fazla aşındığından yatıklaşmıştır.

Çorlu Vadisi: Çorlu Deresi' nin açtığı bu vadi, Çorlu ilçesinin kuzeyinde, kuzeydoğu-güneybatı doğrultusunda uzanır, IV. Zaman' daki yükselme hareketleri sırasında vadi gençleşmiş ve gömülmüştür. Vadide yer yer çakıllara rastlanır, Vadinin kuzeye göre güney yamaçları daha diktir. Bu dik yamaçlar boyunca kütle hareketleri görülmekte, yer yer birikinti konilere rastlanmaktadır .

Gölcük Vadisi: Gölcük Deresi' nce oyulmuş vadinin iki yamacıda eğim farklıdır. Vadinin kuzey yamaçları hafif bir eğimle ovaya iner. Güney yamaçları ise diktir. Dik yamaçlar paleozoik yaslı şistlerden oluşmuştur.

AKARSULAR

Tekirdağ, Ergene havzasında yer almakla birlikte , bitki örtüsü ,yağış ,jeolojik yapının yetersizliği nedeniyle seyrek ve az akarsu ağına sahiptir. Akarsuların debi ve rejimleri düzensiz olup, yağış miktarı ve rejimiyle orantılıdır. Yazın, suları azalarak kurumakta, kışın ise yağış ve kar erimeleriyle çoğalmakta, hatta taşmaktadır. İl sınırları içinde bulanan dereler ancak yağmur ve kar suları taşır. Ayrıca bunları besleyen kaynak yoktur. İI akarsuları Saroz Körfezi, Marmara Denizi ve Karadeniz'e dökülür. Ergene teknesi içinde doğu-batı doğrultusunda akan Ergene nehri ve kolları ilin en önemli akarsuyudur. Saray yakınlarındaki Güneşkaya'da doğan Ergene güneybatıya akarak, Muratlı yakınındaki İnanlı köyüne kadar Çorlu ve Vize dereleri ile birleşerek, Ergene Nehri adını alır. Güneyden Hayrabolu Çene (Beşiktepe) dereleri Ergene nehrine ulaşır. Ergene Nehri, il sınırlarından çıktıktan sonra İpsala yakınlarında Meriç nehri ile birleşerek sularını Saroz Körfezi'ne boşaltır.

Ergene nehri ve kolları (Çorlu-Hayrabolu deresi) devamlı su tutmakta ise de havzaları dar, taşıdığı su miktarı azdır. Marmara kıyı şeridinde yer alan derelerin akışları ise devamlılık göstermez. Yaz mevsiminde kururlar. Kısa boylu cılız akarsular, sularını Marmara Denizi'ne boşaltırlar. Seymen Deresi, Kumluca Deresi, Şerefli Deresi, Değirmendere, Gazioğlu Deresi, Doğancı Deresi, Işıklar Deresi, Olukbaşı Deresi ve Gölcük Deresi başlıcalarıdır. Bahçeköy Deresi ise suyunu Karadeniz'e boşaltır.

Ancak Ergene nehrinin suları sadece Saray bölgesine kadar temiz akar. Daha sonra Çerkezköy ve Çorlu'daki sanayi bölgelerinin artıklarıyla simsiyah bir görünüme dönüşerek son derece zehirli bir hal alarak akar. Muratlı'da sularına katılan Çorlu deresi de son derece kirli ve zehirlidir. Bu yüzden Ergene nehrinden sulama amaçlı olarak yararlanılamamaktadır. Buna ek olarak Meriç nehriyle birleştikten sonra da kirli sularıyla Meriç nehrini de kirletir.

Ergene Irmağı: Ergene Irmağı, Istranca Dağları'nın doğusunda, Karatepe'den doğar. Kuzeydoğu-Güneybatım yönünde akarak, Saray ve Çorlu ilçeleri topraklarını sular. Ergene Irmağına Muratlı ilçe merkezinin kuzeyinde, güneyden Çorlu Deresi'ni alarak güney-kuzey doğrultusunda akmaya baslar ve Kırklareli topraklarına girer. Daha sonra Edirne'nin İpsala'ya bağlı Sarıcaali Köyü yakınında, Hancağız yöresinde Meriç Irmağına katılır.

Çorlu Deresi: Çerkezköy'ün doğusunda Istranca Dağları'ndan doğar; Paşa Deresi gibi birçok küçük dereyi alarak kuzeydoğu-güneybatı yönünde akar. Çorlu Deresi, Çorlu ilçe merkezinin 5 km kuzeyinden geçtikten sonra, Marmaracık ve Kütüklü derelerini alır. Muratlı ilçesinin kuzeyinde Ergene Irmağı'na karışır. Derenin suyu yazın iyice azalır, kışın yağışlar nedeniyle artar. Ayrıca Çorlu ilçesindeki sanayi kuruluşlarının bütüb atıkları bu dereye aktığı için suyu kullanılamayacak derecede kirli ve zehirlidir. Ergene ile birleştikten sonra iki akarsunun kirlilikleri birleşerek daha da zehirli bir hale gelmektedirler.

Hayrabolu Deresi: Hayrabolu Deresi Ergene Irmağı'nın en önemli kollarından biridir. Kuzey-güney yönünde akan dere, Hayrabolu ilçe merkezinden geçer ve kuzeyde Ergene Irmağı'na karışır.

Işıklar Deresi: Bir kolu Işıklar Köyü, diğer kolu ise Nusratlı Köyü yakınlarından doğan Işıklar Deresi'nin birinci kolu güney-kuzey, ikinci kolu kuzey-güney yönünde akar. Bu iki kol Naipköy yakınlarında birleşir. Işıklar Deresi birkaç kilometre sonra Kumbağ'ın kuzeyinden Marmara Denizi' ne dökülür.

Olukbaşı Deresi: Araplı Tepelerinden doğarak, güneybatı yönünde akar. Burada küçük bir kolla birleşir. Dik ve derin yataklar açarak kıyı düzlüğüne ulaşır. Kıyı kesiminde hızı azalır ve eğim nedeniyle bir dirsek oluşur. Şarköy ilçe merkezini geçtikten sonra Marmara Denizi' ne dökülür.

Gölcük Deresi: Işıklar Dağı'ndan doğan dere, Gölcük Köyünden geçerek batıya yönelir. Tekirdağ il topraklarından çıktıktan sonra Kavak Deresi adını alan dere Saroz Körfezi' ne dökülür.

KIYI ŞEKİLLERİ

Tekirdağ, güney sınırı boyunca uzanan Marmara Denizi'nde 133 km kıyısı bulunmaktadır. Ayrıca Karadeniz'in de 2.5 km kıyısı vardır. Marmara kıyıları, dar ve küçük kıyı ovaları bir tarafa bırakılacak olursa genellikle yüksek kıyılardır. Tekirdağ kıyılarının tek doğal limanı Marmara Ereğlisi'dir. M. Ereğlisi bir yarımada konumundadır. Doğusunda Marmara Ereğlisi limanı 1600 m çaplı bir yarım daire biçimindedir. Ağzı poyraza açık , diğer rüzgarlara kapalıdır. Şiddetli lodos ve batı rüzgârlarından korunmak için teknelerin sığındığı bir limandır .

Tekirdağ ilinin Marmara Ereğlisi -Kumbağ arasındaki kıyı kesimi genelde alçak ve plajlı bir görünümdedir. Bu kıyılardaki plajlar daha çok kum taşlarının aşınım ve çözünmesinden oluşan kumulların birikiminden meydana gelmiştir.

Barbaros kıyıları deniz ve akarsu aşındırmasına uğramış falezli kıyılara güzel bir örnektir. Bu yalıyarlar Barbaros deresinin ağzından 200 - 300 m güneyindedir. Denizden yüksekliği 10-12 m kadardır. Tortul katmanlardan oluşmuş yalıyarlarda, tabakalar belirgindir. Bu tabakalar arasındaki dayanıklı kısımlarda peri bacası oluşmuştur. Tabakalarda bulunan deniz hayvanı fosilleri düzlüğün bir deniz taraçası olduğunu bize gösterir .

Kumbağ - Gaziköy arası ise Ganos dağlarının Denize dik inmesi ile yüksek bir kıyıya sahiptir .Kıyı kesimleri kaba unsur olan çakıllardan oluşmuştur .Gaziköy - Şarköy arasında kıyı tekrar alçalır ve yerini kumullarla kaplı plajlara bırakır .

Tekirdağ ilinin, Karadeniz kıyısındaki Kastro (Çamlıkoy) körfezinden Çilingoz koyuna kadar uzanan sahil şeridi yüksek ve dik falezli bir görünüme sahiptir. Cep seklinde Kastro koyu gibi geniş ağızlı koylar yanında dar ve küçük çentik şeklinde koylar da vardır. Istrancaların denize dik inen kıyılarında pek az rastlanan bu alçak kıyı düzlüğü (Kunduzluk-Kastro) Çamlıkoy; Bahçeköy deresinin getirdiği alüvyonlar ve dalgaların getirdiği kumullar ile dolmuştur .

MARMARA DENİZİ

TekirdağXIII. yy .da adalarında çıkan mermer dolayısıyla adına Marmara denmiştir . Marmara denizinde İzmit'i Gaziköy'e bağlayan kırık hattı üzerinde üç büyük çukur vardır. Bunlardan biri İzmit körfezinde (1207 m), diğer ikisi Marmara Ereğlisi (1355 m) ve Kumbağ'ın (1070 m) güneyindedir. Tekirdağ körfezi derinliği 100 m'yi geçmez. Şelf denilen sığ bir denizdir. Deniz bitkileri ve hayvanları bakımından zengindir. Körfez Kumbağ'dan batıya çekilecek çizginin güneyinde 1000 m'den fazla derinleşir. Balıkçılar buraya kanal veya com demektedirler. Balık sürüleri ve asıl akıntılar buradan geçer . Tekirdağ ilinin Marmara kıyılarında iki yerde kayalıklar vardır. Biri Marmara Ereğlisi burnunun batısında ve deniz yüzeyine çok yakındır. Bu kayalıklar aşınmadan kurtulmuş olan dirençli taslardır. Taşıtlar için tehlikelidir. Yerlerini belli etmek için üzerinde deniz feneri vardır. Bu kayalıklar Yeniçiftlik köyü önüne kadar kıyıya yakın ve paralel bir şerit halinde devam eder.

İkinci kayalık Tekirdağ ile Barbaros arasındadır. Kıyıdan 5-10 m uzaklıkta ve kıyıya paraleldir. Derinliği 0 -1 m genişliği ortalama 5 m kadardır. Kayalar ile kıyı arasında 0,3 - 0,7 m derinlikte kumsal bir deniz şeridi vardır. Kayaların temeli dirençli ve tortul taş katıdır. Su düzeyinin altına kadar aşınmıştır. Üzeri kabuklu deniz hayvanlarının tutunması ile yükselmiş kalınlaşmıştır. Yani yaşayan deniz hayvanlarının salgıları, ölenlerin kabukları kumlarla kaynaşarak su düzeyine kadar ikinci bir taş katı meydana getirmişlerdir .

Marmara denizinin yüzey sularının sıcaklığı Yazın 23 -25°C ,kışın 7-9°C arasındadır. 220-350 m derinlikten sonra sıcaklık değişmez ; 14.2°C dir. Karadeniz'den gelen üst akıntı nedeniyle; yüzey sularında tuzluluk derinlere göre daha azdır. Yüzey sularında ‰ 22 olan az tuzlu suların kalınlığı 15 m kadardır. Derinlerde tuzluluk hızla artar, 150 m de ‰ 38,5 'i bulur. Dipteki bu çok tuzlu sular dip akıntısıyla gelen Akdeniz'in çok tuzlu sularıdır.

İKLİM

Sıcaklık ortalamaları ve genel nemlilik indisleri göz önüne alınırsa, Tekirdağ ili iklimi, ılıman yarı-nemli olarak nitelenir. Kıyı kesiminden iç kesimlere girildikçe denizden uzaklığın ve yükseltinin etkisiyle sıcaklık ve yağış değerlerinde küçük farklılaşmalar görülür. Marmara denizi kıyısı boyunca, yaz mevsimi sıcak ve kurak, kış mevsimi ise ılık ve yağışlı geçen Akdeniz ikliminin özellikleri görülür. Ancak, Karadeniz ikliminin etkisiyle yaz kuraklığı hafiflemiştir. Kış mevsiminde kar yağışları olağandır. İç kesimlere girildikçe yaz mevsimi daha kurak, kış mevsimi daha soğuk geçen yarı karasal iklim özellikleri belirginleşir.

SICAKLIK

40 yıllık rasatlara göre, Tekirdağ'da Ocak ayı. sıcaklık ortalaması 4,4°C, Temmuz ayı sıcaklık ortalaması 23,3°C, yıllık sıcaklık ortalaması ise 13,8°C dir. Bu değerler, Tekirdağ il merkezi ve İstanbul il sınırlarından başlayıp Şarköy'e kadar uzanan sahil şeridi için geçerlidir. İç kesimlere girildiğinde karasallığın ve kış mevsiminde Balkanlardan gelen soğuk hava kütlelerinin etkisiyle 1-2°C, Ganos dağlarında yükseltinin etkisiyle 3-4°C ye varan sıcaklık azalmaları görülür. Yıllık sıcaklık farkları kıyı bölümünde 19°C iken, iç kesimlerde 20 °C ye ulaşır. Kuzeyinde yer alan 200-300 metrelik sırtlara göre batıda daha yüksek, doğuda daha alçak tepeler arasında bulunan il merkezinde en yüksek ekstrem değerler 1940 yılı Temmuz ayında 37,6 °C ve 1994 yılı Ağustos ayında 37,5 °C, en düşük ekstrem değerler 1942 yılı ocak ayında -13,5 °C olarak ölçülmüştür.

BASINÇ VE RÜZGARLAR

Ülkemizde kış ve yaz mevsiminde basınç sistemleri ve buna bağlı olarak ortaya çıkan rüzgar yönlerinde görülen değişmeler Tekirdağ'ı da etkiler. Kış mevsiminde batıdan gelen gezici depresyonlar (alçak basınç) etkili olur. Ayrıca Anadolu'nun iç kesimleri yüksek kıyı kesimleri alçak basınç alanı durumundadır.1970-1997 yılları arasında yapılan rasatlara göre Tekirdağ'da Ocak ayı basınç ortalaması 1019,5 milibar değeriyle Türkiye geneline göre düşüktür. Bu nedenle gezici depresyonlar ve yerel hava akımlarının etkisiyle sıcak ve soğuk cepheler sık sık yer değiştirerek yörede yağışlara neden olur. Yaz mevsiminde Türkiye'de etkili olan tropik basınç merkezlerinin etkisiyle sıcak ve kurak dönem başlar. Ancak Asor yüksek basınç alanından Basra alçak basınç alanına doğru olan hava akımlarının etkisiyle zaman zaman serin ve yağışlı günler de yaşanır. Tekirdağ'da Temmuz ayı basınç ortalaması 1012 milibar, yıllık basınç ortalaması ise 1015,7 milibardır.

Mevsimlere bağlı olarak ortaya çıkan basınç değişiklikleri rüzgar yönlerinde değişmelere neden olur. İl merkezinde hakim rüzgar yönü kuzeydoğu (poyraz) en şiddetli rüzgar yönü ise kuzey (yıldız)'dır. Kış mevsiminde Balkanlar üzerinden sokulan soğuk cephenin etkisiyle zaman zaman kar yağışları görülür. Bu dönemde rüzgar yıldız ve poyrazdan eser. Orta Akdeniz üzerinden gelen sıcak cephe etkili olduğunda ise Lodos eser. Meriç vadisinden kanalize olarak iç kesimlere de ulaşabilen Lodos kıyı şeridinde daha sık fakat kısa süreli eserek yağışlara neden olur. İlkbaharda hızını azaltan rüzgarlar yaz mevsiminde de yıldız ve poyrazdan esmeye devam eder. Eylül-Aralık döneminde ise karayel eser. Tekirdağ'da esen rüzgârların % 81'inin hızı 6m/sn den azdır. Hızı 6-12 m/sn olan rüzgârların oranı % 17'dir. Bu oranlar, yörede esen rüzgârların bitki ve canlı hayati için olumsuz etki yaratmadığının göstergesidir.

NEM

Tekirdağ'da yıllık bağıl nem ortalaması %76'dir.Kış aylarında yükselen bağıl nem ortalaması, yaz aylarında azalır. Kasım, Aralık ve Ocak aylarında bağıl nem oranı % 80'in üzerindedir. Bu aylarda sıcaklığın düşük olması nedeniyle havanın su buharı taşıma kapasitesi az, doyma noktasına ulaşması kolaydır. Kış mevsiminde kıyıların bağıl nemi düşüktür. Bunun nedeni, iç kesimlere göre sıcaklığın daha yüksek olmasıdır.

BULUTLULUK

Tekirdağ'da bulutluluk değerleri en sıcak ve en soğuk aylarda değişen yağmur rejimine benzeyen düzgün bir yükselme ve alçalma gösterir. Kış mevsiminde denizin etkisiyle Tekirdağ ve çevresinde bulutluluk oranı fazladır. Ocak ayı bulutluluk miktarı ortalaması 7,4 tür. Diğer kış ayları Aralık ve Şubat aylarındaki ortalama değer de hemen hemen aynıdır. Yaz mevsiminde bulutluluk oranı azdır. Temmuz ayı bulutluluk ortalaması 2,2'dir.Tekir Dağları ile Koru Dağları da çoğu zaman bulutludur. Buradaki bulutları deniz ve vadi meltemleri meydana getirir. Denizlerden ve ovalardan yükselen havanın ısısı düşer ve bağıl nemi artar. Tekirdağ'da yıllık bulutluluk ortalaması 5,2 dir.

YAĞIŞLAR

Hükümet Caddesi'nde kışMeteoroloji Genel Müdürlüğü'nün rasat sonuçlarına ve Türkiye'de yağışın yıllık ve mevsimlik dağılışını gösteren haritalara göre Tekirdağ ilindeki yağış toplamı kış mevsiminde 200-300 mm, ilkbaharda 100-150 mm, yaz mevsiminde 50-100 mm, ve sonbaharda 150-200 mm, arasında değişmektedir. Yıllık ortalama yağışa gelince, ilin ortalarında yer alan çanaklaşmış bölgede 400-600 mm, Koru Dağı, Tekir Dağı ve Istrancalarda 800-1000 mm civarında yağış vardır. Yağış değerlerindeki bu değişim yer şekilleri özelliğinin bir sonucudur.

Tekirdağ il merkezinde uzun yıllara ait yıllık yağış ortalaması 583,3 mm'dir. Yağışlarda aylara ve yıllara göre sapmalar görülür. Yağış miktarı Aralık ayında en fazla (ort.86,2mm), Ağustos ayında en azdır.(ort11,8 mm). Bu bilgiler Tekirdağ'da maksimum yağışı kış, minimum yağışı yaz mevsimine rastlayan Akdeniz yağış rejiminin hakim olduğunun göstergesidir. Yağışlı günlerin yıl içindeki dağılışı incelenirse, en az 2,2 gün en fazla 12,6 gün, ortalama yağışlı gün sayısı ise 94 gündür. Yılın 185 günü bulutlu 86 günü ise açık geçer. Bazı yıllarda dolu yağışı da görülmektedir.1963 yılında en fazla (4 gün) kaydedilen dolulu günlerin yıllık ortalaması 0.8 gündür.

Karla örtülü günlere gelince, bazı yıllarda (1934-1946) hiç görülmemiştir. Buna karşılık 1954 yılında 26 gün olarak saptanmıştır. Genellikle Aralık ayında başlayıp Mart sonunda biten karlı günler ortalaması, Aralık 1,2, Ocak 2,8 Şubat 2,2 ve Mart 0,8 olmak üzere yıllık 7,0 gündür.

BİTKİ ÖRTÜSÜ

Tekirdağ'ın kuzeyinde Saray'a doğru uzanan Istranca kütlesinin kuzey yamaçları daha fazla yağış alması nedeniyle kayın ormanları ile kaplıdır. Bu kesimde ormanaltı örtüsünü orman gülleri (Rhododendron) oluşturur. Güney yamaçlara ve daha güneye doğru inildikçe, yağışın azalmasına bağlı olarak, kayının yerini meşe ve gürgenin aldığı görülür.

Ergene havzasına doğru inildiğinde ise yerleşim alanları yakınlarında seyrek olarak meşe, gürgen, karaçalı ve karaağaç toplulukları göze çarpmaktadır. Bu küçük ağaç toplulukları, Trakya'nın iç kesimlerinin step alanı olmadığının bir kanıtıdır. Trakya bölgesi, tarım arazisi kazanmak amacıyla ormanların tahribi sonucu, bugünkü step arazisi görünümünü kazanmıştır. (Antropojen step) Bu kısımda yer alan taban arazilerde ve vadilerde kavak ve söğüt türleri yaygındır.

Güneydeki Ganos dağlarının kuzey yamaçlarında gürgen, meşe, ıhlamur ağaçları ve sık bir ormanaltı örtüsü hakimken, güney yamaçlarda yağışın azalması nedeniyle kuru ormanlar ve maki toplulukları yer almaktadır. Koru Dağlarında ise meşe ve kızılçam ormanları ile maki toplulukları hakim durumdadır.

DEPREM DURUMU VE TEKTONİK

Tekirdağ; Karlıova'dan başlayan Erzincan, Niksar, Ladik, Gerede, Bolu, Sakarya, Marmara Denizi'ni takiben Saroz Körfezine ulaşan yaklaşık 1.200 km boyunda 100-15.000 m genişliğinde pek çok sayıdaki faylardan oluşan Kuzey Anadolu Fay ( KAF ) zonu yakınında yer almaktadır. ( 15-25 km ). Tekirdağ İl sınırları içerisinde depreme neden olabilecek faylar; Saroz - Gaziköy fayı ile Marmara Denizi'nde bulunan çukurlukların kenarlarında yer alan fay parçalarıdır. Saroz-Gaziköy Fayı; yaklaşık 50 km. boyunda fay olup Kavak, Yeniköy, Gölcük, Yayaköy, Güzelköy ve Gaziköy yerleşim yerlerinden geçmektedir. Geçmişte pek çok depreme neden olan fay son olarak 09.08.1902 tarihinde 7,3 büyüklüğünde depreme neden olmuştur. Kuzey Anadolu Fay ( KAF ) zonunun bir bölümünü oluşturan Marmara Denizi içerisinde bulunan çukurlukların kenarlarında yer alan fay parçaları bağımsız ama sistemle beraber çalışırlar.

Bugün çok sayıda araştırmacının görüsüne göre KAF zonunu oluşturan parçalarda şiddeti 6,6'dan büyük depremlerin oluşması 250- 350 yılda bir, şiddeti 5,4 - 6,6 arasında kalacak depremler 150-200 yılda bir ve daha küçük şiddetli depremlerin ise 50 - 60 yılda bir tekrarlanabileceği varsayılmaktadır. Bayındırlık ve İskan Bakanlığının 18.04.1996 tarihli "Türkiye Deprem Bölgeleri Haritası"na göre Şarköy, Mürefte ve Barbaros 1. Derece deprem bölgesinde kaldığından özellikle bu yerleşim yerlerinde yapılan yapılarda deprem yönetmeliğinde belirtilen hususlara dikkat edilmesi gerekmektedir.

UçmakdereTekirdağ ilinde 1876’dan önce 142 Türk köyü ve 45 Rum köyü vardı. Bugün Tekirdağ ili köy ve çiftlik adlarının yüzlercesi eski Yörük boy, oymak ve obalarının adını taşımaktadır. Anadolu’nun dört bir bucağından gelen çok sayıda Türkler Osmanlı Devletinin kuruluş devrinde Tekirdağ ili topraklarına gelip yerleşmiş olduklarından bugünkü köy, çiftlik adlarımızın arasında Oğuzlar’a, Oğuzlar’ın ana dallarından Avşarlar’a ve Beydililer’e, Danişmentliler’e, Dulkadirliler’e veya Bozoklar’a, Karamanlılar’a, Saruhanlılar’a, Aydın ve Karesi Oğulları’na, suriye ve İran Yörüklerine ait olanlar çoktur.
Bunlara birkaç örnek verelim:

Avşarlar’dan: Gündüzlü,İnanlı, kılıçlı

Beydililer’den: Karaçalı (Karacalu), güneşli (Güneçli), Ulaçlu (Ulaş)

Danişmentliler’den: (Karasi oğulları):Danişment, hacılar, Kaşıkçı Dulkadir veya

Bozoklar’dan: Yuva,Çanakçılı, sırınsıllı (Sırınsı)

Karaman Oğulların’dan: Davudlu,Şerefli, karacagür (Karacakürt)

Saruhanlılar’dan: Doğucalu, Deliler, Karahalil, Kuyucu, Sarılar

Suriye Yörüklerinden: Araplı, Demirli, Güveçli, Kadı, Sofu

İran Yörüklerinden: Bayramşah, kazancı, salık (Sağlık)

Oğuzlardan: Kayı ve Karaevli

Gün Han;Yazır, Ay Han; Avşar, yıldız Han; Kınık, Deniz Han kolundandır.

OĞUZLAR
BOZOKLAR ÜÇOKLAR
GÜN HAN AY-HAN YILDIZHAN GÖK HAN DAĞ HAN DENİZ HAN
1-Kayı
2-Bayat
3-Alkaevli
4-Karaevli
1-Yazır
2-Döğer
3-Dodurga
4-Yaparlı
1-Avşar
2-Kızık
3-Beğdili
4-Kargın
1-Bayındır
2-Peçenek
3-Çavundur
4-Çepni
1-Salur
2-Eymür
3-Alayundlu
4-Yüredir
1-İğdir
2-Büğdüz
3-Yıva
4-Kınık

Ayrıca Gündüzlü, Osmanlı, Danişment, Çavuş gibi muhtelif Oğuz oymaklarının Birleşmesinden doğan yeni boyların adlarını taşıyan eski Türk köyleri de vardır.

Sultan Orhan’ın ve I.Murat’ın komutanlarından bazıları da adlarını köylerimize bırakmışlardır. Kutlubey, İnebey, İnecikbey, Doğuca, Balaban, Kara Demirtaş, İlyas Bey, Müstecep Subaşı, Sarıca Paşa, Ahmet Çavuş, Kara Mukbil, Paşa Yiğit, Pazarlı Doğan, Firuzbey, Kutluboğa, Ahmet Bey, Sevindik, Balaban ve Paşa Yiğit Rumeliye ilk geçen komutanlardandır. Bu adlar “köy” adı olduğu zaman sonlarına -li, -lı ekleri gelmiştir.

Bundan başka Müsellim ve Seymenli adlarında iki köy vardır ki, Müsellim; yol, köprü, siper, tamir ve inşaatı için savaşta toplanan askerdir. Seymen yeniçeri ortalarının ayrıldığı üç kümeden biridir.

Yine Ağaçalı köyünün de aslen önemli bir Oğuz boyu olan (Ağaç eri)olması Rumeli’ye geçen bu boy tarafından kurulması muhtemeldir.

Bunlar gösteriyor ki ilde kurulan yerleşim birimlerinin isimleri eski Türk boyları ve kahramanlarının birer hatırasıdır.

OĞUZLAR BOZOKLAR ÜÇOKLAR

1876 yılı Tekirdağ ve ülkemiz için bir dönemeçtir. Osmanlı İmparatorluğu Ruslara karşı büyük bir yenilgiye uğramış, Balkanlardaki geniş topraklardan çekilmek zorunda kalınmıştır. Bunun üzerine Bulgaristan’dan binlerce Türk Tekirdağ’a göçmüş ve 1876’dan sonra ilde birçok köy kurulmuştur. Osmanlılar devrinde ilin aldığı en büyük göç budur. Bulgaristan göçmenleri o vakte kadar hemen hemen bomboş olan Saray ilçesine 24 köy kurarak canlandırdılar.

Mesela Bulgaristan Servi kasabası halkı Kaşıkçı, Kazandere, Ferhadanlı, Sağlamtaş (Bukurova), Çerkezköy, Servi adlarında; Lofçalılar, Danişmend ve Kadriye adlarında iki köy kurdular. Malkara’nın Sarıyer köyü hicri 1276’da Kazanlı Türkler tarafından kurulmuştur. Fakat 1876’da Rusların katliamına uğradılar. Ve yerlerini Bulgaristan göçmenleri doldurdu. Çorlu’nun Şahbaz, Yakuplu, Saray’ın Büyük Manika, Tatarlı, Sahra Hayrabolu’nun Emiryakup köylerini Kırım Türkleri (Tatarları), Çerkezköy ve Dambaslar'ı Çerkezler kurdu. Cumhuriyet devrinde hepsi Çorlu’da bulunan 12 göçmen köyü daha kuruldu.

Yahya Kemal Beyatlı Tekirdağlı Hüseyin Pehlivan II. Ferenc Rakoczi Tekirdağ Tarihine İlişkin Ünlü Kişiler

Yahya Kemal Beyatlı

Yahya Kemal Beyatlı"Üç Kemaller Diyarı Tekirdağ" derken, üçüncü Kemal, gene Balkanlar'da (Üsküp) doğmuş büyük şair Yahya Kemal Beyatlı'dır. Kendisi; Atatürk döneminde 1 Mart 1935'te V.Dönem ve 3 Nisan 1939'da VI.Dönem Tekirdağ Milletvekilliğini yapmış, Tekirdağ'a olan bağlılığını ve ilgisini şiirinde "Fetihler Ufku Tekirdağ" sözleriyle ifade etmiştir. İşte bu nedenle Tekirdağ'dan "Üç Kemaller Diyarı Tekirdağ" diye söz etmek yanlış ve anlamsız sayılmamalıdır.

2 Aralık 1884 yılında Üsküp'te doğdu. Asıl adı Ahmed Agâh'tır. İlk öğrenimini İstanbul'da Vefa Lisesi'nde tamamladı. Paris'e giderek (1903) bir yıl bir kolejde Fransızca'sını ilerlettikten sonra Siyasal Bilgiler Fakültesi'ne girdi. Dokuz yıl kaldığı Paris'ten döndükten (1912) sonra, İstanbul'da üniversitede çeşitli dersler okuttu (1915-1923),

Urfa milletvekili oldu (1923); Varşova (1926), Madrid (1929) Orta elçiliklerine atandı, Tekirdağ (1935-1942) ve İstanbul (1943-1946) milletvekilliklerinde bulundu.

Büyükelçi olarak Pakistan'a gitti (1948), bir yıl sonra emekliye ayrılarak yurda döndü (1949). Rumelihisarı mezarlığında gömülü. Spor ve Sergi Sarayı civarındaki parka bir anıtı dikildi (1968) Kişiliğini Paris'te okurken ünlü tarihçi Albert Sorel'in derslerinden aldığı tarih zevkiyle, Fransız şairlerinin (Jean Moreas, Baudelaire, Verlaine, vb.) ölçü ve biçim güzelliklerinde buldu.

Yahya Kemal BeyatlıParis'e gidişi, II. Abdülhamit baskısından bir kaçış olduğu halde, orada siyasi faaliyetlere katılmayarak sanat çevrelerinde kendini yetiştirdi. Paris öncesi Hamid ve Servet-i fünun şiiri etkisinden kendisini böylelikle kurtardı, klasik divan şiirimizi Batı şiirindeki bütünlük anlayışıyla ele aldı. Avrupa dönüşü Yeni Mecmua'da "bulunmuş sayfalar" başlığıyla yayımladığı gazel ve şarkılarla tanındı (1918). Bu neoklasik şiirler, onun çıkış noktasının Osmanlı tarih ve şiiri olduğunu gösterdiği gibi, sonradan yeni şekiller ve sade dille yazdıklarında da şairin genel olarak Osmanlı medeniyet ve kültürüne bağlı kaldığı görülür.

Onda tarih, vatan, millet ve İstanbul sevgisi, hep bu açıdan işlenir. Osmanlı medeniyeti yüzyıllar boyu en yüce eserlerini İstanbul'da yarattığı için, Yahya Kemal'deki İstanbul, Boğaziçi ve Türk musikisi hayranlığına, tabiat güzellikleri yanı sıra, tarih değerleri de girer. Duygu, düşünce ve hayali ustalıkla kaynaştıran şair, pek çoğuna hikaye karakteri verdiği lirik-epik şiirlerinin konularını aşk, tabiat, deniz, ölüm ve sonsuzluktan da alır. İç ahengi her şeyden üstün tutuşu, şiiri "musikiden başka türlü bir musiki" kabul edişi; "Ok" şiiri bir yana, bütün şiirlerini, bu ahengin sağlanmasına daha elverişli gördüğü aruzla yazmasına sebep oldu Yahya Kemal, şiirlerini, makale ve hikayelerini sağlığında kitaplarda toplamamış, eserleri dergilerde, dağınık kalmıştı.

Ölümünden sonra dostları ve hayranları tarafından bir Yahya Kemal'i Sevenler Cemiyeti kurulduğu gibi, İstanbul Fetih Cemiyeti'ne bağlı bir de Yahya Kemal Enstitüsü ve Müzesi açıldı (1961). Bu Enstitü'nün yayımlamaya başladığı Yahya Kemal Külliyatı'nda şairin ilk üçü şiirlerini; diğeri makale, deneme ve anılarını derleyen şu eserleri çıktı: Kendi Gök Kubbemiz (1961), Eski Şiirin Rüzgariyle (1962), Rübailer ve Hayyam Rübailerini Türkçe Söyleyiş (1963), Aziz İstanbul (1964), Eğil Dağlar (1966), Siyasi Hikayeler (1968), Siyasi ve Edebi Portreler (1968), Edebiyata Dair (1971), Çocukluğum, Gençliğim, Siyasi ve Edebi Hatıralarım (1973), Tarih Müsahabeleri (1975), Bitmemiş Şiirler (1976), Mektuplar-Makaleler (1977) Hakkında yayımlanan kitapların sayısı yirmiyi geçer.
Yahya Kemal Beyatlı Yahya Kemal Beyatlı Yahya Kemal Beyatlı İstanbul Aşiyan Mezarlığı'ndaki mezarı

Tekirdağlı Hüseyin Pehlivan

Tekirdağ'lı Hüseyin PehlivanHüseyin Pehlivan (Hüseyin Alkaya) ya da nam-ı diğer Tekirdağlı Hüseyin Pehlivan, 1908 yılında Kırcaali'nin Alkaya köyünde doğmuştur. 14 yaşında güreşe başlayan Hüseyin Pehlivan, ailesi ile birlikte 1927'de Türkiye'ye göç ederek Tekirdağ'a yerleşmiştir. Doğduğu köyün adını soyadı olarak kullanmıştır.

1935 yılında İstanbul Halkevi`nin düzenlediği güreşlerde tüm rakiplerini yenmiştir. Aynı yıllarda Fransa`da Fransızların rakip tanımadıkları 4 güreşçilerini 30 bin Fransız karşısında 15`er dakikada yenerek ününü dünyaya duyurmuştur. 1935 ile 1942 yılları arasında 8 yıl Kırkpınar başpehlivanı olmuştur.

Hüseyin Pehlivan 10 Şubat 1982 yılında vefat etmiştir. Adına Tekirdağ merkezde heykel yaptırılmış, bir ilkokula da ismi verilmiştir.

2012 yılında yapımcılığını Mehmet Canbulat'ın üstlendiği Kaybeden Gazoz İçer adlı belgeselde hayatı anlatılmıştır.

2013 yılında doğduğu köyde kendisi için anıt yapılmıştır.

Onu şimdi 8 Kasım 1946 tarihinde kendi dilinden tanımaya çalışalım.

Tekirdağlı Hüseyin Taksim Topçu Kışlasında Kara Ali'yi yenerken "1324 (1908) yılında Kırcaali'nin Alkaya köyünde doğdum. Soyadım köyümün adıdır. Babam Osman çiftçilik ve bakkallık ederdi. Güreşe meraklı olmakla birlikte yalnız bayramlarda güreşirdi. Aynı köyde ve elli beş yaşında öldü. Bende ilk güreş merakı ağabeylerim Ali ve Bekir'den görerek başladı. On dört yaşıma gelince her ikisini yendim. Kardeşlerim çok kabiliyetli olduğumu görünce beni hiçbir işe sokmadılar. Biz çalışırız sen güreşi ilerlet dediler. On beş yaşımda evlendim. On dokuz yaşıma geldiğimde civarımızdaki bütün pehlivanları yenmiş bulunuyordum. Bulgaristan'da son güreşimi Elmalı yaylasında Koşukavak panayırında 120 kiloluk bir Bulgar ile yaptım. Bulgar'ı üst üste birkaç defa yendiğim halde kabul edilmedi. Üstelik gece beni öldürmeye kalktılar.

Bunun üzerine pasaport alarak ailem ile 1927'de Tekirdağ'a geldim. Çiftlikönü mahallesinde bir ev tuttum. Bir gün bu ev üzerimize yıkıldı. Kayınpederim ve kayınvalidem, baldızımın iki kızı, üç komşu kadın öldüler. Allah karımı ve çocuklarımı esirgedi. Tekirdağ'da yaptığım güreşlerde yenildim. Beni 1929'da yenenlerin başında Uzunköprülü Hüseyin gelir.

Bunun üzerine hayatımı kazanmak için çapaya gittim. Bu sıralarda yeni harfleri okuyup yazmayı öğrendim. Memleketimde yalnız bir yıl okula gitmiş eski yazıyı bile belleyememiştim. Ailemi geçindirmek için bir yandan mütemadiyen çalışıyor fakat güreşten kendimi alamıyordum. 1929 Ramazanında İstanbul'a gittim. On beş gün güreştim. Ramazan'ın on beşinden sonra Bayburtlu Kara Yusuf benimle beraber dört genç pehlivanı Samsun'a götürdü. Samsun ve civarında dört ay kaldık. Hiç para kazanamadım fakat pehlivanlıkta piştim. Samsun'dan sonra ilk güreşimi Düzce'de yaptım.

Burada Baş Pehlivan Cemal ile karşılaştım ve başaltına güreştim. Güreşimiz 6 saat sürdü ve yenişemedik. Bundan sonra beni hep başa güreştirdiler. Güreşlerini dikkatle takip ettiğim ve beraber gezerek faydalandığım ustalarım Mandıralı Ahmet, Kara Ali, Manisalı Rıfat, Çoban Mehmet'ten başka Mülayim, Cemal, Çoban Mahmut, Molla Mehmet, Şumnulu Arif gibi rakipler ile karşılaştım. Bunla arasında 1929'dan 1933'e kadar birçok güreşler yaptım ve kendimi ezdirmedim. 1933'ten sonra aramız ciddileşti. Daima mertçe tutuştuk. Nihayet 1936'da Eminönü Halk Evi Başpehlivanlık güreşi tertip etti. Burada 1935'in baş pehlivanı Kara Ali'yi Mülayimi, Afyonlu Süleyman'ı Arif'i yenerek başpehlivanlık kemerini aldım. Taksimde üst üste üç yıl tekrarlanan bu güreşleri daima kazandım.

Büyük Atatürk başarılarıma alaka gösterdi. Beni Çoban Mehmet ve Büyük Mustafa ile Florya'ya çağırarak güreştirdi. Bizi iltifatları ve bahşişleriyle sevindirdi.

1938 kışında, organizatör Asım Rıdvan ile Paris'e gittim. Önce derecemin anlaşılması için hususi kulüplerde elli pehlivan ile güreştim. Bir hafta içinde ve geceleri oldu. Karşıma çıkanları en çok on dakikada yendim. Sonra Finlandiyalı, Bulgar ve Fransız olmak üzere dört tanınmış pehlivan ile otuz bin seyirci önünde karşılaştım. Dördünü de on beşer dakikada yere vurdum.

Bunu üzerine organizatör Raul Paul beni odasına çağırdı. Fransız şampiyonu Deglen ile yapacağım üç maçı kaybedersem on bin Türk lirası vereceğini söyledi. Damarlarımdaki Türk kanı buna asla müsaade etmedi. Yabancı bir memlekette baş pehlivan sıfatıyla temsil etmekte bulunduğum şerefi her şeyin üstünde olduğundan bu şeref için almak değil her şeyimi vermeğe her an hazır olduğumdan teklifi derhal reddettim. Mertçe karşılaşmama imkan verilmedi. Memleketime döndüm.

1939 Kırkpınar güreşlerinde Beden Terbiyesi Umum Müdürlüğü tarafından Kurt Dereli Mehmet pehlivan adına altın bir kemer ortaya kondu. Bu kemer üst üste üç yıl baş pehlivanlığı muhafaza edenin olacaktı. Azmim ve kuvvetim ile bunda da muvaffak oldum ve kemeri aldım. 1942 Kırkpınar güreşlerinde Babaeskili İbrahim baş pehlivan ilan edildi ise de sonra onu birkaç kere yendim. Bilhassa Afyon'da bir dakikada sırtını yere getirdim.

Tekirdağ'da Hüseyin Pehlivan anıtıŞimdi otuz sekiz yaşındayım. Yüz on kiloyum. Boyum 178 ensem 52 santimdir. Kuvvetimden hiçbir şey kaybetmedim. Karşıma çıkacak her pehlivanı yenmeğe hazırım. Baş pehlivan oluncaya dek en büyük rakibim Mülayim idi. Onunla belki elli güreş yaptım. Önce Çorlu'da yendim sonra karşımda dayanamadı. Baş pehlivan oluncaya kadar hiçbir resmi ve hususi yardım görmedim. Türkiye'ye gelince yuvamı sevdiğim Tekirdağ'da kurup geliştirdiğim için kendimi Tekirdağlı olarak tanıttım. Tekirdağ vilayeti kendisine kazandırdığım şerefe mukabil bana bir ev hediye etmek istedi.

General Kemal Balıkesir ve Vali Sakıp Beygo'nun teşebbüsleri ile işe başlandı. Fakat harp dolayısıyla Sayın General Tekirdağ'dan ayrılınca inşaat yüz üstü kaldı. Belediye kamyonlarının getirdiği birkaç metre küp taş ile Tekirdağ şoförlerinin taşıdığı kumdan başka yardım görmedim. Planı genişçe tutulan bu evi yalnız başıma yaptırmak zorunda kaldım. Bununla beraber bir ev sahibi olmama yol açan ve yardım eden şahıslara teşekkür borcumdur. Bugün içinde rahat ediyor ve birkaç kuruş kira alıyorum. Besim, Muhsin, Metin adlarında üç oğlum, Ayten adında bir kızım var.

Pehlivanlıkta esas kuvvet ve akıldır. İnsanın akıllısı pehlivan olur sözü bu sporu sevmeyenlerin uydurmasıdır ve yanlıştır. Bütün sporcular gibi ben de sağlam kafanın sağlam vücutta bulunacağına inanıyorum. Güreşte aklın rolü büyüktür. Sade kuvvet ile galip gelinmez. Güreşte yüz altmışaltı oyun vardır. Bunları yerine ve adamına göre kullanmak bir zeka işidir. Ben şimdiye kadar hiç içki kullanmadım. Hatta kahve bile içmedim. Ama artık bunları tek tük yapıyorum. Diğer pehlivanlarımıza bakarak benim bilhassa belim ve ensem kuvvetlidir, göğsüm geniştir. Yaptığım asıl güreş serbest güreştir. Devletçe ehemmiyet verilen alafranga, halkın sevdiği yağlı güreşlerdir. Yenilerden Yaşar Doğu'yu ve Celal Atik'i beğeniyorum. Yağlıda Babaeskililer; Sındırgılı Şerif, Karacabeyli Hayati, Lüleburgazlı Ali ve Ahmet, Hayrabolulu Süleyman, Manisalı Halil aynı ayardadırlar. Şimdi İngiltere'ye ve Amerika'ya gitmek, Türkün malum kuvvetini onlara da göstermek istiyorum…

II. Ferenc Rakoczi

Adam Manyoki tablosu: II. Ferenc Rakoczi Macaristan'ı terk etmek zorunda kalan, mülteci bir hayata zorlanan ve de bu nedenle geride kalan yüzyıllarda Macar halkının gözünde mülteciliğin sembolü haline gelen "bujdoso" II. Ferenc Rakoczi ve maiyetindekiler 1720 ve 1735 yılları arasında Tekirdağ'da yaşamışlardır.

II. Ferenc Rakoczi (Borsi, 27 Mart 1676 - 8 Nisan 1735, Tekirdağ) Macar bağımsızlık hareketinin önderidir. 1704-1711 yılları arasında Erdel prensi olarak görev yapmıştır.

Ferenc Rakoczi, Erdel'in soylu Macar ailelerinden birine mensuptu, babası I. Ferenc Rakoczi 1652-1659 arasında Erdel prensi olarak görev yapmıştı.

Rakoczi, 1700 yılında Habsburg Hanedanı'na karşı yapılacak olası bir Macar bağımsızlık savaşı için Fransa'nın desteğini aldı. Bununla bilikte, Avusturya istihbarat servisinin bu konudan haberdar olması sonucunda tutuklandı ve hapsedildi. Ölüm cezasına çarptırılacağı kesinleşince hapisten kaçtı ve Polonya'ya iltica etti. 1703 yılında Avusturya ordusunun büyük bir kısmının İspanya Veraset Savaşları nedeniyle Macaristan'dan çekilmesi sonucunda bir Macar bağımsızlık savaşı olanağı doğdu. Ferenc Rakoczi Polonya ve Fransa desteğiyle Macaristan'a geri döndü. 1703 yılında başlayan bağımsızlık savaşını takiben Rakoczi II. Ferenc Rakoczi' adıyla Erdel prensi ünvanını aldı.

Rakoczi evi 1705'te ise Szecheny şehrinde toplanan asiller meclisi tarafından Macaristan prensi ilan edildi. 1708 Trencin Savaşı'nda Macar bağımsızlıkçıların Avusturya kuvvetleri karşısında yenilmesi, bağımsızlık yanlılarının imparatorla bir anlaşmaya varma çabasına girmesine neden oldu. Bu çerçevede 1711 yılında barış görüşmeleri başladı, ancak Rakoczi güvenlik önlemi olarak Macaristan'ı terk ederek Polonya'ya hareket etti. Rakoczi'nin yokluğunda isyancılar ve Avusturya temsilcileri arasında Szatmar barışı imzalandı (1711) ve Rakoczi önderliğinde başlatılan bağımsızlık savaşı sona erdi. Ancak bu savaşı resmen sona erdiren Szatmar Barış anlaşması Prens II. Ferenc Rakoczi tarafından, hayatının sonuna kadar kabul edilmemiştir.

Prens önce Lehistan'a, sonra da Fransa'ya sığınmıştır. Ardından da 1717 yılının sonbaharında Sultan III. Ahmed'in davetiyle, maiyetindeki az sayıdaki insanlarla birlikte Osmanlı topraklarına gitmiştir. 1720 yılında Osmanlı Sultanı Macar mültecilerin yerleşeceği kent olarak Marmara denizi kıyısında, işleyen bir limana da sahip olan Tekirdağ'ı belirlemiştir. Sultan III. Ahmed "Macar Kralının" kullanması için şehrin kenar mahallesinde bulunan, deniz kıyısında geniş bahçelerle çevrilmiş binaları, maiyetindeki insanlar için de hemen yandaki Ermeni mahallesinde bulunan yirmi üç geniş ve kullanışlı binayı tahsis etmiştir. Atlar için de yedi büyük mera kullanıma ayrılmıştır. II. Ferenc Rakoczi'nin prenslik idari yapısının faaliyetlerini sürdürebilmesi, giderlerin karşılanabilmesi için de İstanbul'dan daimi gelir de bağlanmıştır. Sultan, faaliyetlerin devam edebilmesi için tercümanlar, kâtipler göndermiş, güvenliklerini sağlamak için de seksen kişilik bir yeniçeri bölüğü hizmetlerine sunulmuştur.

II. Ferenc Rakoczi'nin külleri Orsova'da tren garında oluşturulan katafalkta. Orsova, 27 Ekim 1906 Prens Tekirdağ'dan Fransa, İspanya, Rusya ve Polonya krallarıyla yaygın ve canlı bir mektup trafiği içine girmiştir. Bunun bir sonucu olarak da Habsburg hükümeti tarafından ciddi bir şekilde ve daimi olarak izlenmiştir. Bu faaliyetlere rağmen, tarih, prensin mültecilik hayatıyla ilgili olarak, siyasi çalışmalardan çok II. Ferenc Rakoczi'nin yazarlığına, devletin yapısı üzerine kaleme aldığı teorik yapıtlara ve dini içerikli yazılara daha fazla önem vermiştir. Tekirdağ'daki bu verimli mülteci atölyesinde bir dizi "Düşünceler", "Hatıralar", "İtiraflar", "İktidarın yapısı üzerine Düşünceler" gibi önemli yapıtlar doğmuştur. Yazın dünyası için çok bereketli sayılabilecek bu düşünsel ortamda Kelemen Mikes tarafından kaleme alınan "Türkiye Mektupları" gibi, prensin kâtibinin çok güzel bir Macarcayla yazdığı ve mültecilerin hayatını anlatan eserler de ortaya çıkmıştır.

Miklos Sibrik, II. Ferenc Rakoczi ve Antal Esterhazy'nin Kassa (Kosice) Katedralinin mezar bölümündeki mezar anıtı Bir zamanlar Macar kolonisinin yaşadığı bu evler XIX. Yüzyılın sonlarında oldukça harap ve yıkık bir hale gelmişlerdir. 1906 yılında Prensin ve mülteci arkadaşlarının külleri törenlerle Macaristan'a getirilmiş ve burada yeniden düzenlenen cenaze törenleriyle defnedilmişlerdir. Rakoczi konağının o tarihlerde iyi durumda olan iç ahşap süslemeleri Kassa şehrine (bugünkü adıyla Slovakya'daki Kosice) getirilmiştir. Tekirdağ'daki Macar sürgünlerinin şahsi eşyaları da ortaya çıkarılıp toplanmaya çalışılmıştır.

Prensin yemek konağı olarak bilinen bina da 1968 yılından itibaren Rakoczi Anı Müzesi olarak faaliyet göstermektedir. Bu konak 2007 yılında Macar Cumhuriyeti tarafından restore edilmiştir. 2010 yılının Şubat ayından itibaren ise Erdel Macar Prensini ve ailesini, özgürlük savaşını ve de mültecilerin hayatını tanıtan ve birkaç dilde hazırlanmış bir sergi sistemi bu binada konukların ziyaretlerine açılmıştır.

1905 öncesi Rakoczi evi 1905 öncesi Rakoczi evi Günümüzde Rakoczi evi
1905 öncesi Rakoczi evi Günümüzde Rakoczi evi Rezso Grimm tablosu: Rakoczi Tekirdağ'da Rakoczi evi 1953 yılında Rakoczi evi

TEKİRDAĞ TARİHİNE İLİŞKİN ÜNLÜ KİŞİLER

Turhan Oğulları: Turhan Oğulları Rumeli'nin alınmasında Süleyman Paşa ile beraber bulunmuş, önce Malkara dolayında yerleşmiş ve kuruluş devrimiz boyunca milletimize Şanlı hizmetlerde bulunmuş bir ailedir. Bu aileden yetişen en ünlü kişiler sıra ile Paşa Yiğit, Turhan Bey ve Ömer Bey'dir. Bu ailenin Saruhanlı yörüklerinin başında Rumeli'ye geçtikleri anlaşılmaktadır.

Paşa Yiğit: Süleyman Paşa ile beraber Rumeli'ye geçen ünlü akıncı başbuğudur. I.Murat ve Yıldırım Beyazıt zamanlarında Üsküp Beyliği, birinci Kosova'da öncü komutanlığı yapmıştır. Kabri Keşan ve Uzunköprü arasındaki linyitleri ile anılmış Paşa Yiğit veya Paşaköy'dedir.

Turhan Bey: Paşa Yiğit Bey'in oğludur. II.Murat ve Fatih devirlerinin sayılı komutanlarındandır. Kabri Malkara'nın kuzeyinde, Edirne iline bağlı (Kırkkavak) köyündedir. Turhan Bey burada bir külliye yaptırmıştır. II.Murat zamanında Yunanistan, Mora ve Arnavutluk üzerine yaptığı parlak akınlar ile buralarda devletin güvenliğini sağlamıştır. Turhan Bey tarihimize Mora fatihi 1446 ve ikinci Kosova'da Macarlara ağır darbeyi indiren komutan olarak geçmiştir.

Turhan Oğlu Ömer Bey: Turhan Bey'in en büyük ve tanınmış oğludur. Türbesi Malkara'daki Camisinin yanındadır. 1458'de Fatih ile beraber Mora'nın geri alınmasında bulundu. O sırada Atina'yı aldığı için Fatih gibi büyük bir padişahın takdirini kazandı. Fatih onun için "Din ve devlet böyle bir yerin teshirinden dolayı Turhan Oğlu'na nasıl müteşekkir olmasın" demiştir. 1462'de Eflak'ta Kazıklı Voyvoda ile çarpıştı. Bosna'nın alınmasında büyük yararlıkları görüldü. Venedik şehri üzerine Türk tarihinin en şanlı akınlarından birini yaptı. 1473 Otlukbeli savaşından, öncü komutanı Murat Paşa'nın yanlışı yüzünden Uzun Hasan Bey esir düştü. Böyle iken Uzun Hasan'ın karşısında daima Fatihi övdü. Uzun Hasan Bey Ömer Beyin yiğitliğine sadakatine hayran kaldı ve onu öldürmekten vazgeçti. Bu esaretten kurtulduktan sonra Arnavutluk'un alınmasına öncü komutanı olarak katıldı. II.Bayezid zamanında Çukurova'da Mısır Memlukleri ile yapılan savaşlarda bulundu, yine önemli kahramanlıkları ve hizmetleri görüldü.

Ayas Paşa: Ayas Paşa Mısır'ın alınmasından önemli hizmetler görmüş ve Tomanbay'ı ele geçirmiştir. Kanuninin bütün seferlerine katılmış ve sonunda sadrazamı olmuştur. Preveze zaferi onun sadrazamlığında kazanılmıştır. 1539 yılında vebadan ölen Ayas Paşa'nın Vize-Saray dolayında geniş toprakları ve ormanları vardı. Saray'da camisi, okulu, medresesi, imareti ve hamamı ile bir külliye yaptırmıştır. Külliyeye adı geçen mallarını vakfetmişti. Bu gün külliyeden yalnız cami ve hamam kalmıştır. Ayas Paşa İstanbul'dan Saray'a sık sık gelirdi. Sonraları Ayas Paşa Camisinin avlusu Kırım Han ve Giraylarının kabristanı olmuştur.

Rüstem Paşa: Kanuni Süleyman'ın damadı ve sadrazamı olan Rüstem Paşa Tekirdağ şehrine camisi, hamamı, medresesi, imareti ve hücreleri, kütüphanesi ile güzel bir külliye, ayrıca iki fil ayağı üzerinde duran altı kubbeli bir bedesten yaptırmıştır(1552). Şimdi camisi, bedesteni ve çarşısı ayakta kalan bu eserlerin mimarı Koca Sinan'dır. Rüstem Paşa'nın bundan başka Büyükkarıştıran'da bir Kervansarayı ve Hayrabolu'da hamamı vardı. Fakat bunlar yıkılmıştır. Adı geçen hayatına Tekirdağ'da bulunan birçok mahzen, tabakhane ve dükkanlarını Malkara ve Hayrabolu'nun içindeki ve köylerindeki gayrimenkullerini bağışlamıştı. Şimdi Tekirdağ'ın en değerli tarih ve mimarlık eseri adı geçen cami ve bedestendir.

Şair Ahmedi Sarban: Kanuni devrinde yaşamış ve Irak seferine katılmıştır. Deve kollarının komutanı olarak yaşadığı ve yerleştiği Hayrabolu'da 1545 de öldü. Melamiye-i Bayramiye tarikatının pirliğine yükselmişti. Bunun için halk tarafından Sarban Baba adı ile anılmakta ve türbesinde saygı görmektedir. Şiirlerinde (Kaygusuz)adını da kullanırdı. Üsküdar Selim Ağa kütüphanesinde, Haşim Paşa defteri 87 numarada basılmamış divanı vardır.

Malkara'lı şair Nev'i: 1533 de Malkara'da doğmuştur. Bilgin, müderris ve şairdi. Saray'da şehzadelere hocalık etmiştir. Şiirleri daha çok tasavvuf yolunda olup arkadaşı Baki'nin şiirleri kadar güzeldir. Divanı ve ayrıca basılmamış bilim kitapları vardır. Ünlü şair, bilgin ve kadı Atayi (Ataullah) Nev'i'nin oğludur. O da şiirler ve değerli eserleri ile tanınmıştır.

Sadrazam Tekirdağlı Bekri Mustafa Paşa: Yeniçerilikten yetişmiştir. 1679'da yeniçeri ağası olmuştur. Merzifonlu Kara Mustafa Paşa'nın idamından sonra bir aralık başkomutan olmuş, fakat başarı gösterememiştir. Kanije Valiliği, Seddülbahir Komutanlığı ve tekrar yeniçeri ağalığı yaptıktan sonra 1688 de sadrazam olmuştur. Fakat eğlenceye düşkün ve yetersiz bir vezir olduğundan iki yılı doldurmadan işinden çıkarılarak Malkara'ya gönderilmiş, iki ay sonra orada ölmüştür. 1690

Kaptanı Derya Tekirdağ'lı Gazi Hasan Paşa: Her ne kadar Cezayirli Gazi Hasan Paşa adı ile tanınmış ise de aslen Tekirdağlıdır. Büyük ve dikkatli bir tarihçi olan Cevdet Paşa ile Netayic-ül Vukuat yazarı Mustafa Paşa ve Enveri Tekirdağlı olduğunu bildirirler. Hasan Paşa 1715 de Tekirdağ'da doğmuştur. Çocukluğunda çok yaramazdı. Delikanlı olunca asker ocağına girerek Avusturya savaşlarına katıldı ve yiğitlikler gösterdi. Bu tarihlerde Garp ocaklarının İstanbul'daki temsilcileri kendi gemileri ile Marmara kıyılarını dolaşarak korsanlık edecek, gözü pek maceracı askerler toplarlardı. Hasan Avusturya savaşından dönünce böyle bir gemi ile Cezayir'e gitti. Ne yaman bir insan olduğunu daha yolda gösterdiği için çabucak parladı. Arapları yıldırdı ve düşmanları çoğaldı.

Bu durum karşısında III.Mustafa zamanında Türkiye'ye gelerek kaptan oldu. İşte bu sebeple kendisine Cezayirli Hasan denmiştir. Cezayirli Hasan Bey önce Ruslarla yaptığımız Çeşme deniz savaşında büyük bir ün kazandı. Sonra Limni ve Midilli adalarını Ruslar'ın elinden kurtardı.

Çanakkale boğazını güven altına aldı. Kazandığı zafer ve başarı üzerine Üç Tuğlu vezir ve kaptanı derya oldu. Suriye'de Tahir Ömer, Mora'da Arnavut, Mısır'da Kölemen beyleri isyanlarını bastırdı. 1788 Osmanlı-Rus savaşında Kaptanı Derya, Serasker ve Sadrazam olarak önemli hizmetler gördü. Çok yaman bir vezir olduğu için (Makam-ı saradeteşan ve herkesin havf helecan verdi). Tarihçi Vasıf onun için: "Gelir ol Vezir-i Kahir kılıcı bir elde kanlı Savul ey gönül yolundan ki yaman geliştir bu" demiştir. Sadrazamlığında yetmiş yaşında, fakat gücü yerinde idi. Devletin yönetimini kuvvetli pençesine aldı. Esaslı işlere girişti. Padişah III.Selim kendisine yolladığı fermanda "Sana istikbal-ı tam verdim. Cüzi ve külli umu-ı devleti dest-ı sadıkanene ihale ve tefviz ettim" dedi.

Hasan Paşa düşmanımız olan Ruslara ve Avusturyalılara karşı 1790 yılında Prusya ile bir ittifak hazırladı. Tam bunu imzalayacağı sırada Hummayı Muhrikaya tutularak 23 Mart 1789 tarihinde vefat etti. Gazi Hasan Paşa Namık Kemal'den sonra gelen en büyük Tekirdağlıdır.

O, devrinin Barbaros Hayrettin'idir. Baron de Tot ile işbirliği yaparak Deniz Mühendishanesini kurmuştur. Deniz erleri için kışla yaptırmıştır. Doğru, yiğit, korkusuz, güçlü bir devlet adamı idi. Aslana ve ata merakı vardı. Beslediği Aslanları yanında bağsız gezdirir ve yatırırdı. Atla kırk elli basamak çıkıp inerdi.

Tekirdağ'a İlk Gelişleri ve 19. Fırkanın Kuruluşu Mustafa Kemal Tekirdağ'da Ve Cumhuriyet Harf İnkılabı Ve İlk Durak Tekirdağ Tekirdağ Belediyesini Ziyaret Tekirdağ Zabitan Yurdunda Tekirdağ'dan Ayrılış Gazi'nin Tekirdağ Gezisi Hakkında Anadolu Ajansı'na Demeci Atatürk Muratlı'da Atatürk ve Büyük Trakya Manevraları Atatürk ve Tekirdağ Türk Ocağı

TEKİRDAĞ'A İLK GELİŞLERİ VE 19 FIRKA'NIN KURULUŞU

Atatürk Tekirdağ'da Mustafa Kemal, 28 Temmuz 1914'te başlayan Birinci Dünya savaşında Sofya'da Ateşemiliter olarak bulunuyordu. 2 Ağustos'ta Osmanlı Devleti ve Almanya arasında bir anlaşma imzalanmış ve 29 Ekim 1914'te Osmanlı Devleti müttefikleri Almanya ve Avusturya ile aynı safta I.Dünya savaşına fiilen katılmıştı. I.Dünya Savaşına katılmasıyla birlikte Sofya'da bulunan Yarbay Mustafa Kemal'e Harbiye Nazır vekilliğinden bir telgraf ulaştı. Yarbay Mustafa Kemal'e "19.fırka kumandanlığına tayin buyuruldunuz, hemen İstanbul'a hareket ediniz." Mustafa Kemal İstanbul'a gelerek Sarıkamış harekatından yeni dönen başkomutan vekili Enver Paşa ile görüşür. 19 fırkanın hangi kolordu ve ordunun emrinde olduğunu sorar. Aldığı cevap Genel Kurmay ile görüşünüz olur. Genel Kurmaya giden Mustafa Kemal böyle bir fırkanın mevcudiyetinden haberdar kimseyi bulamaz. Bundan sonra Liman Fon Sanders'le görüşerek fırkanın Tekirdağ'da henüz kuruluş aşamasında olduğunu öğrenerek Tekirdağ'a hareket etti.

MUSTAFA KEMAL TEKİRDAĞ'DA

Atatürk Tekirdağ'daYarbay Mustafa Kemal, beraberinde emir subayı ve emrine verilmiş olan Çerkeşli Hasan Çavuş'un mangasını alarak 2 Şubat 1915 günü Tekirdağ'ına geldi. Mustafa Kemal ve yaveri Tekirdağ'da ilk gecesini Ortacami Mahallesi Yunus Bey Caddesinde Bahriyeli Salih Bey'in evinde geçirdi. Atatürk Tekirdağ'da kaldığı müddetçe Askerlik şubesi yolu üzerindeki Musava kahveleri başlıca uğrak yerlerindendi. 19.Fırka'nın tamamlanması 25 Şubat'a kadar sürdü. Fırka bugün Göğüs Hastalıkları Hastanesinin bulunduğu yerde "Sahil Kışlası" nda kuruldu. Yarbay Mustafa Kemal 19.Fırkanın kuruluşunda çok sıkıntı çekti.

Çünkü bir yandan Çanakkale savaşı devam ediyor, bir yandan her gün yüzlerce şehit ve gazi Tekirdağ'a getiriliyordu. Buna rağmen memleketin içinde bulunduğu zor durum karşısında Tekirdağ, Malkara, Çorlu, Hayrabolu'dan toplanan ve bir kısmı da depo alaylarından temin edilen 891 kişilik 57, 72, 77. alaylar kurulmuş oldu. Mustafa Kemal bu süre zarfında, kolordu Caddesi üzerinde o zamanlar Fitnat Hanım Konağı diye bilinen ve mülkiyeti Salih Zeki Bey'e ait olan ahşap evde (otelde ) kalmıştır.

Evin son sahipleri Münir ve Hüseyin Soyuer'dir. Daha sonra yıktırılıp yerine yenisi inşa edilen bina Yahya Soyuer apartmanıdır. 25 Şubat'ta kurulması tamamlanan 19.Fırka, ardından gelen bir emirle Maydos'a (Eceabat) geçti. Mustafa Kemal Eceabat'ta emrine verilen yeni birliklerle beraber, Ece limanı, Morto Koyu, Arıburnu, Anafartalar ve civarını içine alan bir sahanın komutanı oldu. Tekirdağ'da kurulan 19.Fırkanın ve O'nun yüce, eşsiz komutanı Mustafa Kemal Atatürk'ün Çanakkale Savaşlarında göstermiş oldukları kahramanlıkları kim unutabilir? Yada 57.Alay'ın hepsinin şehitlik makamına ulaşmalarını? Mustafa Kemal'i dünyaya tanıtan, tarih sayfalarına geçiren, İstanbul'un müttefiklerce işgalini önleyen 19.Fırka'yı bir kez daha saygı ve rahmetle anıyoruz.

VE CUMHURİYET

Bundan sonra yıllar yılları kovalamış koca bir imparatorluğun yok oluşundan sonra Cumhuriyet ilan edilmiş, Cumhuriyetin ilanından sonra 18 Ağustos 1926 tarihinde Gazi Mustafa Kemal Çankaya'da Tekirdağ Heyetini kabullerinde şöyle seslenir: "Trakya'nın sevimli ve güzel parçası olan Tekirdağ'ın bende ayrı ve tatlı bir hatırası saklıdır. Umumi harp esnasında 19.Tümen Komutanlığı'nı Tekirdağ'da üzerime almış ve tümeni orada oluşturmuştum. Bu tümeni teşkil etmekliğim Maydos (Eceabat), Arıburnu ve Anafartalar'daki askeri çalışmalarımın esasını oluşturmuştur.

Yüksek heyetinizle görüşmek suretiyle bu hatırayı canlandırdığınızdan sizlere ayrıca teşekkür eder ve muhterem Tekirdağ halkına hürmet ve selamlarımın ulaştırılmasını rica ile en kısa zamanda ziyaretlerine geleceğimi bildiririm."

HARF İNKILABI

Mustafa Kemal, 1928 yılı Ağustos ayının sekizini dokuzuna bağlayan perşembe gecesi İstanbul'da Sarayburnu (Gülhane ) parkında halkında katıldığı bir eğlencede gösterileri bir süre izledikten sonra ayağa kalktı ve Harf Devrimi'nin başladığını müjdeleyen nutkunu söyledi. "Arkadaşlar, güzel dilimizi ifade etmek için yeni Türk harflerini kabul ediyoruz. Bizim güzel, ahenkdar, zengin lisanımız, yeni Türk harfleriyle kendini gösterecektir." Gazi Mustafa Kemal bu sözlerinden sonra duygu ve düşüncelerini yeni harflerle bir kağıda yazarak Fatih Rıfkı ATAY'a okuttu. "Çok lüzumlu bir iş daha vardır. Yeni Türk harflerini çabuk öğrenmelidir. Her vatandaşa, kadına, erkeğe, hamala, sandalcıya öğretiniz. Bunu vatanperverlik, milliyetperverlik vazifesi biliniz."

Bu arada Gazi, yeni Türk harflerini tanıtıp öğretmek ve halkın bu konudaki düşüncelerini görmek amacıyla yurt gezilerine çıkar.

VE İLK DURAK TEKİRDAĞ (23 Ağustos 1928-Perşembe Saat:11.45 )

Gazi Mustafa Kemal, beraberinde Dahiliye Vekili Şükrü Kaya ve milletvekillerinden Salih, Fatih Rıfkı, Ruşen Eşref, Recep Zühtü, Başyaver Rusuhi ve Denizyolları Genel Müdürü Sadullah Bey olduğu halde sabah saat beşbuçukta Ertuğrul Yatı ile Tekirdağ'a geldi. Saat 11.15'te karaya çıkan Gazi, iskelede halkın candan tezahüratı ile karşılandı. İskeleden otomobile binen Gazi, yol boyunca kendisini beklemekte olan Tekirdağ'lıların alkışları, sevinç çığlıkları arasında 11.30'da Hükümet Konağına gelen Mustafa Kemal bir süre Vali Arif Hikmet Bey'in odasında dinlendi. Bu sırada salonlarda, koridorlarda memur ve halktan büyük bir kalabalık vardı. Gazi, vali odasına bitişik Meclis Umumi Salonuna geçti.

Salonda ortaya bir kara tahta konmuştu. Ata sevgili milletine Başöğretmenlik yapacaktır. Reisi cumhur hazretleri orada bulunanların yeni Türk yazısını bilip bilmediklerini sordu. Kalabalıktan, "Öğrendik … Öğreniyoruz." sesleri geldi. Gazi, bundan sonra tarihi öğretmenliğe başladı. İlk olarak tahtaya çağırdığı kişiye yeni yazı ile bir cümle yazmasını söyledi. Sıra Vali Arif Hikmet Bey'dedir. Gazi, imlâsı bakımından o günler için zor sayılan kelimelerden "Jandarma" ve "Zerdali" kelimelerini Valiye yazdırdı.

Memurlardan bir çoğunu tahta başına davet ederek yazdı, yazdırdı. Açıklama ve teşviklerde bulundu. Bu ara bir odacının yeni harfleri son derece süratle okuyup yazdığını görmek, Gazi'yi çok sevindirdi. "Barbaros" kelimesini yazdırdığı ve okuttuğu odacı Hamdi Efendi'ye baktı, gülümsedi ve arkasını sıvazladı. Hükümet Konağı'ndan saat 13.30'da ayrıldı.

TEKİRDAĞ BELEDİYESİNİ ZİYARET

Gazi Hazretlerinin ikinci ziyareti Belediye Reisliğine oldu. Burada kaldığı beş on dakikada yine yeni yazının öğrenilmesi hakkında fikirlerini söyledi. Bu arada Ekrem Pekel'in yerine Belediye Reis Vekili olan Ziya (Şıra) Bey'e dairenin temizlik ve düzeninden dolayı teşekkür ederek tebrik etti.

TEKİRDAĞ ZABİTAN YURDU'NDA (ORDUEVİ )

Atatürk Tekirdağ'daBelediye'den çıkılınca Tekirdağlıların alkış ve sevgi gösterileri arasında zabitan Yurdu'na gelindi. Gazi, liva Kumandanına yeni yazı ile şunları yazdırdı: "Zabitan Yurdu'nda Liva Kumandanı Beyefendi''ye yazdırılmıştır. Bugün Tekirdağ'ında bulunan zabit arkadaşlarımı ziyaretten çok memnun oldum. Bu memnuniyetimi burada hazır bulunmayanlara da lütfen söyleyiniz. Yeni Türk harflerini bütün muhitlerine serian öğretmenlerini kendilerinden hasseten rica ve talep ederim." Zabitan Yurdu'ndan çıkınca halk arasında zorlukla açılan dar yoldan yürüdü, Ekrem Pekel'in eczanesi önünde durdu, etrafına bakındı.

Zabitan Yurdu basamağında beyaz sarığı ile gözüne çarpan Eski Cami imamı ve Müftü Vekili Mevlâna Mustafa (Özeren) Efendi'yi çağırarak birlikte içeri girdiler. Mevlana Mustafa'nın yanında bulunan oğlu İrfan (Özeren) bu anı şöyle anlatıyor: "Gazi geldi. Kalabalık arasında babamı yanına çağırdı ve beraberce yol üzerindeki eczaneye girdiler. Eczanede benim babamla beraber Muhterem Bey ve Yeniceli Mehmet Efendi bulunuyordu. Hepimiz heyecanlandık. Gazi, ısrarla babamı bir iskemleye oturttu.

Kendisi de orada bulunan masanın yanına yaslanarak kağıt kalem istedi. Gazi ile babam arasında şöyle bir konuşma geçtiğini hatırlıyorum:

"-Hoca Efendi, yeni yazı biliyor musun?"

"-Bilmiyorum."

"-Eski yazıyı ne kadar zamanda öğrendiniz?"

"-Epey uzun zamanda."

"-Yanlışsız eski harflerle yazmak kolay mı?"

"-Yanlışsız yazmak pek kolay değil."

Gazi, hoca'nın eline bir kalem ile iki yapraklı büyük bir eseri cedid kağıdı tutuşturdu ve Arap harfleri ile şu sureyi yazdırdı: "Vettini, vezzeytuni ve turi sinine vehazel beledil emin lekat halaknel ınsanı fi ahseni takvim sümme …" Söylenen sureyi büyük bir dikkatle kağıda yazan Hoca Mevlana Mustafa, sonunda ne olacağını kestirmeye çalışırken Gazi:

"-Hocam, ben bu yazdıklarını (Valtin, valtizon) diye de okuyabilirim, buna ne dersin?" diye sordu.

Mevlâna Mustafa:

"-Efendim, bunun üstünde üstünü var, esresi var,şeddesi var, meddi var; bunları koyduğumuz zaman aslı gibi okunur." cevabını verdi.

Bunun üzerine Gazi kalemi eline aldı ve Hocanın yazısının altına bir çizgi çekerek aynı sureyi yeni Türk harfleriyle yazdı ve yanındakilere okuttu. Arapça bilen bilmeyen herkes yazıyı aynı şekilde okudu.

Gazi:

"-Görüyorsun ya Hocam, bu harflerin şeddesi meddesi yoktur. Hem bak, bu harflerle ne kadar kolaylıkla ve yanlışsız okunuyor. İşte biz bunu düşünerek ve Garp asarını da kolaylıkla öğrenmek, bütün cihana lisanımızı kolaylıkla öğretebilmek için Latin harflerini kabul ediyoruz. Buna ne dersiniz?" dedi. Hoca:

"-Çok güzel efendim, çok güzel, diyecek birşey yok. Allah muvaffak etsin." cevabını verdi. Gazi, kendi el yazısı bulunan kağıdı Mevlâna Mustafa (Özeren) Hoca'ya uzattı:

"-Bu kağıt sende kalsın bir hatıram olsun. Yeni harfleri öğren ve herkesi öğrenmeye teşvik et, bir daha gelişimde seni böyle göreyim." dedi ve yanındakilerle dışarı çıktı.

TEKİRDAĞ'DAN AYRILIŞ

Büyük kurtarıcı, eczanenin az ilerisinde bekleyen bir otomobille yanına Dahiliye Vekili Şükrü Kaya'yı da alarak şehirde kısa bir gezinti yaptı ve saat 15.00'te iskeleye geldi. Tekirdağ'lıların sevgi gösterileri arasında Ertuğrul Yatına geçti. Ertuğrul Yatı saat 15.25'te İstanbul'a hareket etti.

GAZİ'NİN TEKİRDAĞ GEZİSİ HAKKINDA ANADOLU AJANSI'NA DEMECİ

Atatürk'ü getiren Ertuğrul Yatı, saat 20.00 dolayında İstanbul Limanına girdi. Büyükada'ya geldi ve gece saat dört buçuğa kadar Yat Kulüp'te kalarak daha sonra Boğaz içine bir gezinti yaptıktan sonra Dolmabahçe Sarayı'na döndü. Gazi Mustafa Kemal, Tekirdağ'dan döner dönmez aynı gün Anadolu Ajansı'na şu demeci verir:

"İlk Fırka Kumandanı olduğum Tekirdağ'ı 14 sene sonra ziyaret edebildim. Bundan çok memnun ve mütehassisim. Fakat, daha çok memnun ve münşerih olduğum nokta şudur: Tekirdağ'lı vatandaşlarım daha şimdiden Türk harfleri ile yazıp okumayı hemen öğrenmişlerdir diyebilirim. Memurların kaffesini bizzat imtihan ettim. Sokaklarda ve dükkanlarda halk ile temrinler yaptık. Arap harfleri ile hiç yazmak, okumak bilmeyenlerin Türk harfleri ile derhal ünsiyet etmiş olduklarını gördüm. Henüz ortada salahiyettar makamatın tasdikinden geçmiş bir rehber olmadan, henüz millet muallimleri delalet faaliyetine geçmeden koca Türk Milleti'nin hayırlı olduğuna kanaat getirdiği bu yazı meselesinde bu kadar yüksek şuur ve intikal ve bilhassa istical göstermekte olduğunu görmek benim için cidden büyük, ama çok büyük saadettir.

Bu husus elbette ağyar için mucibi hayret olacaktır. Az zaman sonra, yeni Türk harfleri ile, gözler kamaştırıcı Türk manevi inkişafının vasıl olabileceği kudret ve itibarın, beynelmilel seviyesini, gözlerimi kapayarak şimdiden o kadar parlak görüyorum ki, bu manzara beni gaşyediyor. Ben yalnız bu gün Tekirdağ'lılarda sezdiğim ruh ve hissi halete, yalnız buna dahi istinaden kat'i olarak beyan edebilirim ki, bütün Türk Milleti bu mesele de benim gördüğümü, benim hissettiğimi aynen görmekte ve hissetmektedir. Bu kadar hassas veşuurlu olan Türk Milleti, kendinin refahına, itilâsına binlerce senelerden beri haylulet edegelmekte olduğunu artık temyiz eylediği bütün maddi ve manevi manileri muhakkaka parça parça ederek ortadan kaldıracaktır. Bunda artık şüpheye mahal yoktur. Dimağını, vicdanını bu kadar azim ve kat'iyetle temizlemeğe karar vermiş olan büyük milletimin istikbalini tasavvur etmek hiçte güç değildir.

Atatürk, Tekirdağ'a yaptığı bu geziden sonra birkaç kez il sınırları içinde bulunan ilçelere uğramıştır.

ATATÜRK MURATLI'DA

Muratlı Atatürk Evi Muratlı, 1936 yılında şirin bir nahiye merkezi olup idari bakımdan Çorlu ilçesine bağlıdır. Bu sıralarda Tekirdağ ve çevresine Romanya'dan gelen göçmenlere örnek köyler yapılmakta, evler uzun vadeli borç karşılığı göçmenlere verilmektedir. Trakya ve Tekirdağ'da örnek devlet çiftlikleri ve araştırma istasyonları kurulmaktadır.

Atatürk bütün bu yapılanları görmek ve incelemek üzere 3 Haziran 1936'da Trakya Genel Müfettişi Kazım Dirik'le birlikte İstanbul'dan Çorlu'ya gelmiş, orada Kolordu Komutanı Salih Omurtak ve Tekirdağ Valisi Haşim İşcan ile görüşerek Muratlı'ya gelerek yeni göçmen köyü inşaatını gezdi. Atatürk, bazı evlere girip muhacirlerle konuşmalarda bulundu. Onları dinledi. Atatürk uğradığı evlerden birinde, kucağında bir çocuk bulunan kör bir ihtiyar ve birde bunun karısı bulunuyordu. Atatürk'le köylü arasında şöyle bir konuşma oldu. Çocuk kimindir?

Kadın : "-Oğlumun."

Atatürk : "-Oğlun nerede?"

Kadın : "-Askerde efendim."

Atatürk : "-Anası nerede?"

Kadın : " -Hastaydı, sıhhiye memuru geldi. Burada tedavi olunmazmış, aldı Tekirdağ'da hastaneye götürdü."

Atatürk, köylü ile görüşmelerinden memnundu. Köyün her işi yerinde ve tam modern bir halde idi. Atatürk, bu arada Muratlı'da resmi daireleri gezdi, istasyon civarında ilk eve girdiler. Bu ev boyacı Mesut Usta'nın kayın biraderi ve iki göçmen kız kardeş oturuyorlardı. Kayınbirader Necati Doruk'tu. Kızlardan Rejven isimlisi Atatürk'e kahve ikram etti. Ev o günün şartlarına göre iyi döşenmişti. Atatürk memnun oldu. Kızım yaz dedi:

"Ey Bahtlı göçmen Unutma Üç Haziranı Konuk oldu evimize, Sevgi sundu hepimize." Atatürk'ün Muratlı'da ziyarette bulunduğu ev bugün korumaya alınıp Kültür Bakanlığınca 2000 yılı içerisinde kamulaştırılmış bulunmaktadır. Atatürk aynı gün özel treniyle İstanbul'a dönmüştür.

ATATÜRK VE BÜYÜK TRAKYA MANEVRALARI

Atatürk'ün Tekirdağ'ına en son gelişleri Büyük Trakya manevraları münasebetiyle olmuştur. Atatürk 16 Ağustos 1937 gecesini Çerkezköy'de geçirdiler. 17 Ağustos 1937 sabah 5.00 de uyandılar, 6.30'da trenden ayrılarak manevra sahasına hareket ettiler.

Kırmızı ve Mavi Kuvvetlerin harekatlarını yakından takip ettiler. 13.20'de Çerkezköy'den trenle Lüleburgaz'a hareket ettiler. Oradan Büyükkarıştıran bucağına gittiler. Gerekli incelemelerden sonra aynı gün saat 18.00'de Çorlu'da 3.Kolordu Karargahını ziyaret ettiler. 21.10'da Çorlu'dan Florya'ya hareket ettiler. Bu gezi Trakya ve Tekirdağ'a son gezileri oldu.

ATATÜRK VE TEKİRDAĞ TÜRK OCAĞI

Vatan kurtarılmış, Tekirdağ geri alınmıştı. Coşkun milliyet duyguları içinde Tekirdağ Türk Ocağı açılmıştır. (1 Eylül 1923) Bu münasebetle Atatürk'e Tekirdağ'lıların derin minnet ve şükran duyguları iletilerek bir fotoğrafı istenmişti. Atatürk imzalı fotoğrafı ile aşağıdaki yazıyı göndermiştir:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Risayeti Hususi ANKARA 6/1312 10.09.1339

Tekfurdağ Türk Ocağı Riyasetine,

Ocağınızın küşad edildiğine dair olan mektubunuzu memnuniyetle aldım. Hakkımda gösterilen asar-ı muhabbet ve samimiyete teşekkür ederim. Arzunuz vechile bir kıta fotoğraf irsal kılınmıştır. Millet ve Memleketin taalisine matuf mesainizde muvaffakiyetinizi dilerim efendim.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi

Başkumandan

Gazi Mustafa Kemal
Sitemizde sizlere daha iyi hizmet sunulabilmesi için çerezler kullanılmaktadır. Hizmetlerimizi kullanarak çerez kullanımına izin vermiş olmaktasınız.