Osmanlı Dönemi
Makale Dizini
Sayfa 1 / 6
14. yüzyıl
Edirne, Osmanlıların eline geçtikten sonra, tarihinin yepyeni bir evresine girmiş oldu. Kısa süre içinde çok büyük bir gelişme gösterdi ve dünya tarihinde adları ön sırada anılan kentlerden biri durumuna geldi.Edirne'ye yerleşmeye başlayan ve çoğunluğunu sipahi ailelerinin oluşturduğu Osmanlılar, kale çevresinde yeni mahalleler meydana getirdiler. Ne var ki Kaleiçi'nde de bazı düzenlemelere gidildi; Müslüman halkın bir bölümü buraya yerleştirildi. İki kilise camiye çevrildi. Hamam ve imaretler yapıldı.
Sırpsındığı zaferinden sonra 1. Murat, 1365'te devlet merkezini Bursa'dan Edirne'ye taşıdı. Ankara Savaşı'na dek Edirne'yi ilgilendiren önemli bir siyasal olay olmamıştır. Edirne'nin Osmanlı İmparatorluğu'nun siyasal tarihinde önem kazanması, 1402 Ankara bozgunundan sonra kendini gösterir. Savaş Bayezid'ın Timur'a yenilmesiyle sonuçlanınca, Anadolu beyleri eski topraklarını yeniden ele geçirdiler ve Bayezid'in oğulları arasındaki taht kavgası Osmanlı Devleti'nin bir süre karışıklıklar içinde kalmasına neden oldu.
15. yüzyıl
1403'te Süleyman Çelebi, 1410'da ise Musa Çelebi Edirne'yi ele geçirdi. Edirne'de ilk kez para bastıran Osmanlı hükümdarı Musa Çelebidir. Ankara bozgunu ile başlayan karışıklık dönemi, Çelebi Mehmet'in 1413'te Edirne'yi Musa Çelebiden geri almasıyla noktalandı. Çelebi Mehmet, saltanatının bundan sonraki kısmını Edirne'de geçirdi ve bu kentte öldü (1421). I. Mehmet'in ölümünden sonra, taht kavgaları yeniden başladı. Tahta çıkan II. Murat'a karşı önce Yıldırım Bayezid'ın oğullarından Mustafa Çelebi, sonra da II. Murat'ın kardeşi Küçük Mustafa ayaklandı.1422'de Edirne'ye giren II. Murat, kentin onarımı ile uğraştı. Onun zamanında kent hızla gelişti. 1424 ile 1439 yıllan arasında kent, çeşitli yabancı elçi, heyet ve hükümdar tarafından ziyaret edildi. Edirne'nin bu tarihlerdeki en canlı dönemi ise padişah çocukları Sultan Mehmet ve Alâeddin'in sünnet düğünleri günlerine rastlar. II. Murat, Edirne'yi aynı zamanda bir askeri üs olarak da değerlendirmiş ve çeşitli seferleri buradan yönetmekle kentin ün kazanmasını sağlamıştır.
16. yüzyıl
17. yüzyıl
I.Ahmet'le başlayan sürgün avı geleneği, II. Osman ve IV. Murat ve İbrahim dönemlerinde de sürdü ve IV. Mehmed döneminde doruğuna çıktı. Avcı Mehmet diye de bilinen IV. Mehmet'in hükümdarlığı hemen hemen tümüyle Edirne'de geçti. Kent, yeni bir gelişme sürecine girdi; çevresindeki mesire yerleri ve avlaklar güzel köşklerle donandı.
18. yüzyıl
XVIII. yüzyılın ortalarında, 1745'te çıkan yangın ve 1752'deki büyük yer sarsıntısı Edirne'yi harabeye çevirirken, yönetim bozuklukları, başarısızlıklar, Batıda terk edilen kale ve bölgelerden gelen göçler, Edirne'nin giderek çökmesine neden olan doğal ve toplumsal gelişmeler oldu.
19. yüzyıl
Fetihten sonra geçen 400 yıla yakın bir süre boyunca yabancı işgaline uğramayan Edirne, XlX.yüzyılda üç kez işgal edildi. Bu işgallerden ilki, 1828–1829 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında oldu. İki yıl süren bu savaşta, 1828'deki saldırı durduruldu ise de 1829'daki ikinci saldırılarında Ruslar, Sadrazam Reşid Paşa yönetimindeki Osmanlı ordularını yenilgiye uğrattılar ve Edirne'yi ele geçirdiler. Kent, bu savaşın bitiminde Osmanlı tarihinin en ağır anlaşmalarından birine tanık oldu.
Edirne'nin ikinci kez işgali, 1877–1878 Osmanlı-Rus Savaşı'na rastlar. Nisan 1877'de başlayan savaş, irili ufaklı bir dizi çatışmanın ardından Rusların Edirne üzerine yürümesiyle gelişti. Bunun üzerine Edirne'deki askeri birliklerin komutanı Ahmet Eyüp Paşa kenti boşalttı ve 20 Ocak 1878'de teslim oldu. Savaş, 31 Ocak 1878'de Edirne'de barış ilkelerini saptayan bir antlaşma ile kesildi. Savaşı sonuçlandıran asıl antlaşma ise 3 Mart 1878'de İmzalanan Ayastefanos Antlaşması oldu.
20. yüzyıl
92 Yıllık Payitaht (Başkent)
1361-1453 yılları arasında Osmanlıya başkentlik yapmış olan Edirne Osmanlıların Rumeli'ye yerleşmeleri ve Avrupa ortalarına kadar genişlemelerinde bir askeri üs ve dayanak noktası olarak da ayrı bir değer taşımaktadır.Bizans Entrikaları
Osmanlılar, barış antlaşmasının, İstanbul imparatoru adına düzenlenmiş olması nedeniyle, bozulmasını gerek görmemişlerdi.
Bu iki imparator, birbirlerine üstünlük sağlamak için, Kantakuzen, İzmir hakimi Aydın oğlu Umur beyi, Jan Paleolog'da, kendisine rakip gördüğü Kantakuzen'den saltanatını kaçırmak için Saruhan beyini işbirliğine davet etmişti. Bu suretle bunlar karadan ve denizden imparatorluk ülkelerine saldırıya geçmişlerdi. Ancak, her iki imparator, Türk beyleri ile birleşmelerine karşılık, akrabalık yoluyla Gazi Orhan beyle birleşmeyi daha uygun görmüşlerdi.
Bunun üzerine, Jan Paleolog henüz genç olan annesi Ana'yı yada kız kardeşini sultan Orhan'la evlendirerek birleşme düşüncesinde idi. Bu sırada, Kantakuzen derhal kızı Teodora'yı Orhan Gazi ile evlendirerek onu kendi tarafına çekmiştir. Bir sene sonra da, öbür kızı (Eleni)'yi Jan Paleolog'a verip onu bu suretle elde etmek istemişti.
Ancak, Jan Paleolog, Bulgarlar ile birleşerek Kantakuzen'i sıkıştırmaya başlayınca, Orhan Gaziden yardım isteğinde bulunmuştu. Orhan bey ise, Osmanlı gücünü yabancı bir devlet için kullanmaktansa, onu, çıkarı uğrunda kullanmanın daha uygun olacağını düşünmüştür ki, Rumeli fethinin başlama nedenlerinden biri de budur.
Rumeli'ye Geçiş
Sultan Orhan, Karasi' den kendisini ziyarete gelmiş olan veliahdı, veziri ve başkomutanı olan Süleyman Paşaya, gizli olarak bu önemli buyruğu duyurmuştu. Süleyman Paşa, hemen yer öpüp, bu görevin kendisini yücelttiğini belirterek, bu yolda canını hiçe sayıp çaba harcadığını söyleyip, babasına güvence verdiğinden, onu Rumeli fethine görevlendirdi.Şehzade, bu sırrı kimseye açmayarak, kardeşinden ayrılıp, önce kıyıları gözden geçirip ona göre işi tasarlamak için Kapı dağından Aydıncığa iner. (Aydıncık, Karasi sancağı içinde Erdek kasabasına üç saat uzaklıkta küçük bir kasabadır.) Şehzade, Aydıncıkta eskiden pek mamur olup halen Temaşalık denen ve aklı şaşkınlığa uğratan yıkıntıları gördüğü sırada, Rumeli sahilini de gözden geçirir.
O zaman, yanında bulunan Yakup Ece Bey, Gazi Fazıl Bey ve Evronos Bey düşünce nedenini sordukları vakit, bunun Rumeli Fethi için olduğunu anlamışlardır. Yakup Bey ile Ece Bey hemen o akşam karşıya geçerek öğrenmek için bir dil, yani canlı kişi getirmeye söz verdiler. Bu iki ünlü komutan hemen etraftaki ormandan ağaçlar kesip, öküz derilerinden tulumlar şişirip sal yaparak Gelibolu boğazının en dar yeri olan Korucuk adlı yerden binip salıvererek Rumeli yakasındaki Gelibolu'ya bir buçuk saat mesafede ve doğu yüzünde olan Çimen adlı köye geldiler.
Burada, bağlar arasında ele geçirdikleri bir Hıristiyan'ı yakalayıp yine sallarla Korucuğa gelip Şehzadenin huzuruna getirdiler. Çaresiz Hıristiyan, kendisinin öldürmeye getirildiğini sanıp korktu. Ancak, Şehzade tarafından öldürülmeyip, yardım teklif edilmiş olduğundan, Hıristiyan, Çimpe kalesine kolayca girilerek yeri bildiğini söyleyip yardımcı olacağına söz vermişti.
Şehzade hemen sığır derilerinden hazırlattığı tulumları şişirtip ve yine bu derilerden çıkartılan kayışlarla keresteleri birbirlerine bağlayıp iki büyük sal yaptırır. Bu salların her birine kırk adam bindirir, birine kendisi ile, hizmeti geçenlerden Aksungur, Kızıl oğlan oğlu ve Kara Timurtaş, Kara Hasan oğlu ve Akçakoca oğlu ve Balalancık oğlu ve kırk adet cenkçi biner. Öbür sala ise, Hacı İlbey'i, Yakup Ece Bey, Gazi Fazıl Bey ve Gazi Evranos Bey ile benzeri beyler ile kırk ünlü cenkçi binerler.
Bu hal ile sallar denize salıverilmiş ve akıntıların yardımı ile istenilen yere varılmıştır. Yol gösterici Hıristiyan, Çimpe kalesinin duvarı dibindeki gübre yığıntılarından, gazilerin kale içine girmelerine yardımcı olur. Kale halkı, beklemedikleri gece baskını gürültüsünden çok korktular.
Şehzade, hepsini yatıştırdı. Bazılarını, arkadaşlarının yanına katarak iskeledeki kayıklar ile asker geçirmek için Anadolu yakasına gönderir. O gece, Rumeli yakasına üç yüz Cenkçi er geçirdi. Üç gün içinde geçirilen asker sayısı üç bine ulaşmıştı. Çeşitli kaynaklarda bu fethin tarihini 1353,1356 ve 1358 yıllarında olduğunu yazmaktadır. 1358 yılında Şehzade Süleyman Paşa avlanırken attan düşer ve ölür.
Sultan Orhan'ın ölümünden sonra 1359–1360 yılında oğlu I. Murat tahta çıkmış ve ilk iş olarak Rumeli yakasındaki ordusunu hazırlamıştır. Daha sonra Anadolu'ya yönelmiş buradaki karışıklıkları hallederek, tekrar Rumeli'de fetihlere devam etmiştir.
Osmanlıların Rumeli'deki akınları ve Edirne'nin Fethi
Osmanlı akıncılarının en ünlülerinden Evrenos Bey, Rumeli'deki fütuhatı sürdürerek Malkara ve İpsala'yı, Hacı İlbey de Dedeağaç liman ve kentini aldı. Daha sonra da Dimetoka' yı işgal etti. Bu işgallerden sonra Lüleburgaz'da toplanan savaş meclisinde alınan karar gereğince Rumeli Beylerbeyliğine getirilmiş olan Lala Şahin Paşa büyük bir kuvvetle Edirne üzerine sevk edildi. Bulgarların Bizanslılara yardım etme olasılığına karşı sağ koldan Karadeniz sahiline doğru ilerleyen bir kısım kuvvetler de o günkü adıyla Kırkilise' yi yani bugünkü Kırklareli'ni işgal etti.Güneybatıda Drama ve Serez taraflarında bulunan Sırpların da müdahale ve yardımları düşünülerek sol kola komuta eden Evronos Bey'in kuvvetleri de Dimetoka'nın batısına doğru sevk edilerek güvenlik çemberi genişletildi. Ve nihayet Babaeski ile Pınarhisar arasında Sazlıdere mevkiinde Rum ve Bulgar kuvvetleri ile yapılan kati neticeli bir meydan savaşında düşman bozuldu ve ancak ondan sonradır ki, sıra Edirne'nin fethine geldi.
Murat Hüdavendigar'in, Edirne'den önce, Edirne'ye İstanbul'dan gelebilecek yardımlar ile Ege Denizi yoluyla Venediklilerden gelebilecek yardımların yollarını kesmek üzere zapt ettiği Dimetoka (Didymoteıchous), Çorlu (Tyrilos) ve Lüleburgaz (Purgos) gibi kalelerin Bizanslı muhafızları daha sağlam olan Edirne kalesine sığınarak kale savunmasını güçlendirmişlerdi. Her ne kadar I.Murat bu muhafızların takibine Lala Şahin Paşa komutasında bir kuvvet görevlendirmişse de, bu kuvvet ancak kaleye giremeyenleri yakalayıp yok edebilmişti.
Edirne Meriç Nehri'nin taşması sonucu kolayca fethedilebilmişti.
Uzak ve yakın emniyetin sağlandığını ve fetih hazırlıklarının yeterince yapıldığını düşünen Hacı İlbey ve Evranos Bey'ler, I.Murat'ı Edirne önlerine getirmişlerdi. I.Murat'ın Edirne civarına geldiği sırada Meriç Nehri de taşmıştı. Bu afeti değerlendiren Edirne Muhafızı Bizanslı komutan da kayıkla şehirden kaçıp önce Enez'de Cenevizlilere sonra da Sırbistan'a sığınmıştı. Bunu duyan şehir halkı da kale kapılarını açıp şehri teslim etmişlerdi.
Sultan I. Murat, Edirne fetih olunduktan sonra Dimeteko 'ya yerleşmiş ve Edirne Sarayı yapılana kadar devleti buradan yönetmiştir.
Osmanlıların Rumeli'ye yerleşmeleri ve Avrupa ortalarına kadar genişlemesinde bir başkent olarak, bir askeri üs ve dayanak noktası olarak ayrı bir değer taşıyan Edirne'nin tam bir Osmanlı şehri olarak geliştiğini söylemek, aksine Edirne'nin Türklerden önceki bilinen tarihinin çok zengin olmadığını söylemek mümkündür.
Başkent Edirne
Edirne, erken dönem Osmanlı mimarisinin (1299-1501) merkezlerinden biridir. Fethedildiği 1361 yılında Tunca kenarında ve kale içinde kurulmuş küçük bir şehirken, Osmanlı Türklerinin eline geçtikten sonra camiler, saraylar, köprüler, kervansaraylar,hanlar, hastaneler ve imaretler gibi anıtsal yapılarla sosyal dokusunu hızla oluşturarak iki yüzyıl içinde dünyanın sayılı şehirlerinden biri haline geldi.15. yüzyıl başlarında Bursa odaklı gelişmeleri izlemekle birlikte, sonraki gelişmelere basamak oluşturan önemli yapılar, yüzyıl boyunca Osmanlı sanatının en üst düzey eserleri Edirne'de inşa edilmiş, bu özelliğini 16. yüzyılda da sürdürmüştür.
Evliya Çelebi, Seyahatnamesi'nde IV. Murat (1623-1640) zamanında yapılan bir sayıma göre, Edirne'de on dördü Selatin camii (sultanlar adına yaptırılan büyük cami), üç yüzü vezirler veya ayan tarafından yaptırılmış 314 cami bulunduğunu söyler.
Bunun dışında kalan 46 cami ile birlikte 61 caminin adını verir. Edirne'de 164 mescit, 56 tekke ve zaviye, 49 medrese, 103 mezar ve türbe, 9 imaret, 53 mektep, 4 çarşı, Bedesten ve arasta, 24 han, kervansaray, 16 hamam, 13 sebil, 124 çeşme, 8 köprü saptanmıştır. Bu yapıların büyük bir kısmı korunamamış, geriye 84 eski eser kalmıştır.