İstanbul Antlaşması

İstanbul Antlaşması, Osmanlı Devleti ile Bulgaristan arasında imzalanan barış antlaşmasıdır (29 Eylül 1913). Bu antlaşma ile belirlenen Osmanlı-Bulgaristan sının, küçük bir değişiklikle günümüzde de Türkiye-Bulgaristan ve Yunanistan sınırı olarak korunmaktadır.

8 Eylül 1912'de başlayan I. Balkan Savaşı'nda ağır bir yenilgiye uğrayan Osmanlı Devleti Trakya'nın, Edirne'yi de içine alan önemli bir bölümünü yitirdi. 30 Mayıs 1913 Londra Antlaşması bu yenilgi ve toprak kaybının Osmanlılarca kabul edildiğini belgeliyordu. Antlaşmanın hemen ertesinde Sırbistan, Romanya ve Yunanistan, Bulgaristan'ın Makedonya'yı tümüyle ilhak edeceği kaygısıyla bu ülkeye savaş ilan etti. Osmanlı Devleti, 29/30 Haziran 1913'te başlayan ve Bulgaristan'ın ağır kayıplara uğradığı II. Balkan Savaşı'ndan yararlanarak 21/22 Temmuz 1913'te Edirne'yi geri aldı. İki cephede birden savaşmak zorunda kalan Bulgaristan 31 Temmuz'da ateşkes istedi. Ardından başlayan görüşmeler sonucunda da, İstanbul'da bir antlaşma imzalandı. Bununla, Londra Antlaşması'nın Osmanlı Devleti-Bulgaristan ile ilgili bölümü geçersiz kılındı. Bu antlaşmayla Osmanlı-Bulgaristan sınırı da yeniden belirlendi.

Bu antlaşmanın bazı şartları şunlardır:
  1. Edirne, Dimetoka, Kırklareli Osmanlılarda kalacak.
  2. Kavala ve Dedeağaç Bulgaristan'a bırakılacak.
  3. Meriç Nehri iki ülke arasında sınır kabul edilecek.
  4. Savaş sonrası Bulgaristan'da kalan Türkler, Bulgarlarla eşit haklara sahip olacaklardı.
  5. Bulgaristan'da kalan Türkler isterlerse dört yıl içinde Osmanlı topraklarına geri dönebileceklerdi.
  6. Türklere mülkiyet hakkı tanınacak, ilk ve ortaokullarda eğirim ve öğretim dili Türkçe olarak kabul edilecek, buradaki Türklere din ve mezhep hürriyeti tanınacaktı.
  7. Toprak değişimi 10 gün içinde yapılacak.
  8. Sınır bölgesindeki ordular 3 hafta içerisinde terhis edilecek.
  9. Her iki taraftaki savaş esirleri serbest bırakılacak
  10. İki ülke arasında siyasi ve ekonomik ilişkiler tekrar tesis edilecek
Yakın zamanda başlayan 1. Dünya Savaşın'a Bulgaristan'ın katılması için (muhtemelen) Dimetoka Bulgarlara verilmiştir. Ancak savaş kaybedilince Dimetoka Yunanların eline geçmiştir. İstanbul Antlaşması'yla çizilen sınırın Karaağaç'ın Lozan Antlaşması (1923) uyarınca savaş tazminatı olarak Yunanistan'dan alınmasının dışında, günümüze değin bir değişikliğe uğramadı.

Atina Antlaşması

Atina Antlaşması, 14 Kasım 1913 tarihinde Osmanlı İmparatorluğu ve Yunanistan Krallığı arasında Balkan Savaşlarının sonunda imzalanmış bir barış antlaşmasıdır.

Bu antlaşmanın bazı şartları şunlardır:
  1. Osmanlı İmparatorluğu Yanya, Selanik ve Girit'in Yunanistan'a ait olduğunu kabul etti.
  2. Yunanistan'da kalan Türklerin durumu da düzenlendi.
  3. Ege adalarının kaderi büyük devletlerin bu konuda vereceği karara bırakıldı.
İtalya'nın Trablusgarp'a saldırmasından yararlanan Balkan ülkeleri birleştiler ve daha İtalya ile barış görüşmeleri başlamadan Osmanlı Devletine savaş açtılar. Savaş, büyük devletlerin hiç ummadıkları bir biçimde ve hızda Osmanlı ordularının her tarafta yenilgisiyle sonuçlandı. Edirne bile işgal edildi. Bununla birlikte Balkan ülkeleri savaş ganimetini paylaşamadıklarından birbirlerine girdiler. Bundan yararlanılarak Edirne ve bir kısım toprak geri alındı. Sonunda Kavala, Dedeağaç ve bütün Trakya'yı alan Bulgaristan'la 29 Eylül, Selanik, Güney Makedonya ve Girit'i alan Yunansitan'la 14 Kasım 1913'de antlaşmalar imzalandı. İşte, Müslümanlara vermek zorunda kaldığı azınlık hakları açısından Yunanistan'a en fazla yükümlülük getiren uluslararası metin olan 1-14 Kasım 1913 tarihli Atina Antlaşması budur. Genel af ilan edilmesi ve Osmanlı toprağına göç edeceklere askerlikten muaf olacakları üç yıllık süre tanınması gibi bütün antlaşmalarda her zaman rastlanan hükümler dışında, 1913 Antlaşması'nın getirdiği önemli hükümler şunlardır:

2. madde iki ülke arasında daha önce yapılmış veya yürürlüğe konmuş bütün anlaşmaları tekrar gündeme getirmektedir. Böylece, azınlık hakları açısından 1830 ve 1881 metinleri bir kez daha onaylanmaktadır. Aynı madde hükmüne göre, Antlaşmaya ekli 3 numaralı protokol Yunanistan'ın bütün topraklarında geçerli olacaktır.

5. madde, Yunanistan'a bırakılan topraklarda işgale kadar edinilen hakların ve Osmanlı belgelerinin geçerli olacağını belirtmektedir.

6. maddeye göre, Osmanlı tabiiyetini koruyarak Yunanistan'ı terketmiş olanlar bu topraklardaki gayri menukllerini korumaya ve onları başkalarına idare ettirmeye devam edeceklerdir. Kır ve kentlerde Osmanlı hukukuna göre özel ve tüzel kişilerce edinilmiş mülkiyet hakları Yunanistan'ca tanınmaktadır. Hiç kimse kanunun tespit edilmiş kamu yararı söz konusu olmaksızın, uygun ve peşin bir tazminat ödenmeden mülkiyetinden yoksun bırakılamayacaktır.

7. madde Padişah ve sülalesinin mallarını güvence altına almaktadır.

11. maddede, bırakılan topraklarda oturanların hayat, mal, şeref, din ve gelenekleri güvence altına alınmakta, bunların Yunan yurttaşlarla aynı medeni ve siyasî haklara sahip olacakları, dinlerini açıkça uygulayabilecekleri belirtilmektedir. Halife olarak padişah'ın ismi hutbelerde okunmaya devam olunacaktır. Madde ayrıca, Müslüman cemaatlarının yönetimi konusunda önemli hükümler getirmektedir. Mevcut veya oluşacak bu cemaatların muhtariyyetine ve hiyerarşik yapısına dokunulmayacak, sahip oldukları fonlara ve gayri menkullere ilişilmeyecektir. Müslümanlarla manevi önderleri arasındaki ilişkilere karışılmayacak, bu dînî önderler İstanbul'daki Şeyhülislamlık makamına bağlı olacaklardır. Müftüler Müslüman seçmenlerce seçilecektir. Başmüftü, Yunanistan'daki bütün müftülerin toplanarak seçecekleri üç aday arasından Yunan Kralı tarafından atanacak, bu atama üzerine Osmanlı Padişahı kendisine bir "menşur" ile onun fonksiyonlarını yerine getirmesini ve diğer müftülere karar ve fetva yetkisi vermesini sağlayacak bir "mürasele" gönderecektir. Böylece, en azından manevi olarak Müslüman cemaatının İstanbul ile ilişkileri sürdürülmüş olmaktadır. Müftüler yalnız din konularında ve vakıfların yönetimine nezaret etmekte değil, Müslümanların evlenme, nafaka ve mütevelli tayini gibi dünyevi meselelerinde de yetkilidirler. Kararları Yunan makamlarınca uygulamaya konacaktır.

12. madde, her türlü vakfın güvence altına alındığını, bırakılan topraklarda bunların cemaat tarafından yönetileceğini, gelirleri Osmanlı İmparatorluğu'nda bulunan kurumlara bırakılmış olsa bile bu vakıfların Evkaf Vekaleti tarafından satılana dek Müslüman cemaatlarınca yönetilmeye devam olunacağı hükmünü getirmektedir. Vakıf rejimi ancak uygun ve peşin tazminat verilerek değiştirilebilecektir. Eğer çeşitli din ve hayır kuruluşları yeterli gelirden yoksun kalacak olurlarsa, devlet yardım edecektir.

1913 Antlaşmasına üç protokol eklenmiştir. Antlaşmanın 2. maddesi hükmüyle "bütün Yunanistan topraklarında" geçerli kılındığını gördüğümüz 3 numaralı protokol gene Müslümanlara birtakım azınlık hakları getirmektedir. Buna göre, başmüftü ve müftüler Yunan memurlarının hak ve görevlerine sahip olmakta, başmüftü, müftüleri malî ve dînî bakımdan denetleyebilmektedir. Bu müftüler ancak Yunan Krallığı anayasasının 88. maddesi gereğince görevden alınabileceklerdir. En önemlisi, Protokol, Müslüman cemaatlarının tüzel kişiliğini tanımaktadır (md. 13). Protokol Müslüman özel okullarını ve bunların gelirlerini de tanımaktadır. Bireylerden veya İslam ileri gelenlerinden oluşacak komisyon tarafından kurulacak okullar da aynı statüde olacak, buralarda eğitim resmi programa uymak ve Yunanca zorunlu olmak şartıyla Türkçe yapılacaktır.

Görüldüğü gibi, 1913 Antlaşması herşeyden önce Müslümanların mülkiyet haklarını titizlikle güvence altına almakta, can, din, gelenek gibi temel noktalara atıf yapmakta ve cemaat yönetimlerinin muhtariyeti, müftü seçimi, vakıfların yönetimi ve hatta İstanbul'la ilişkilerin sürdürülmesi ve kimi vakıf mallarının satışı konusunda Osmanlı Evkaf Vekâleti'ne atıf yapmaktadır. 3 numaralı protokol ise cemaatların tüzel kişiliğini açıkça tanımakta, Müslüman okullarının muhtar yönetimine ve buralarda Türkçe eğitim yapılmasına imkân vermektedir.

1913 Atina Antlaşması'nda getirilen haklar "Yunanistan'a bırakılan topraklar" kaydıyla sınırlı idi. Bununla birlikte, Antlaşma'nın 2. maddesi hükmü, 3 numaralı protokolü bu sınırın dışında bırakmakta ve onu bütün Yunanistan toprakları için geçerli saymaktadır.

Yunanistan'da şimdiye dek Müslüman azınlıklara tanınan hakların kuşkusuz en ilerisini oluşturan bu antlaşma da, yukarıdakilerde gördüğümüz özelliği taşımaktadır, yani genel bir antlaşma olmayıp, Girit adası dahil olmak üzere Tesalya'dan Batı Trakya'nın batı sınırına kadar bugün Yunanistan'ın sahip olduğu bölge için yapılmıştır. Bu bölgenin Müslüman Türkleri de 1923 mübadelesine dahil olduğundan, 1913 Antlaşması'nın Müslüman kökenli halkı mübadeleye dahil olan başka bölgeler için de geçersizdir.

Bu 1913 metni, Yunanistan ile Türkiye arasında halen tartışma konusudur. Yunanistan, 1981'de Türkiye'ye verdiği notalarda antlaşmanın geçersiz olduğunu savunmaktadır. Yunanistan her ne kadar 1913 Atina Antlaşması'nın geçerliliğini redediyorsa da, Yunan belgelerinin çeşitli arazi anlaşmazlıkları konusunda bu metne atıf yaparak geçerli olduğunu kabul ettikleri görülmektedir. Örneğin, Gümülcine'de bulunan Sohtalar Medresesi'ne vakfedilmiş bir arazi konusunda, Devlet Mülkleri Hukuk Danışmanlığı, 9 Nisan 1976 cuma günü yaptığı toplantıda, İstinaf Mahkemesi üyelerinden Vazilyon Zeppos tarafından verilen bir mütalaayı kabul etmiştir. Mütalaaya göre; 1913 tarihli Atina Antlaşması'nın 12. maddesi vakıfların Müslüman cemaatlerinde yönetilmesini öngörmüş, fakat bunların mülkiyetini Cemaatlere vermemiştir. Zaten 30 Ocak 1923 mübadele sözleşmesine göre Müslüman vakıfları tasfiye edilmiş ve Yunan Devletine intikal etmiştir. Gene Mütalaaya göre, her ne kadar 10 Haziran 1930 Ankara Mukavelenamesi'nin 7. maddesi Yunan Devletince işgal edilmeyen gayr-i menkullerin sahiplerine geri verilmesini ön görmekteyse de, söz konusu vakıf arazisi bundan da yararlanamaz, çünkü vakıfların sahibi olan Müslüman tüzel kişileri 1923'te tasfiye edilmiştir ve söz konusu gayr-i menkul mülk, mevcut olmayan tüzel kişilerin mülkiyetinde olamayacağı, hiç kimseye ait olmaması da imkân dışı bulunacağı için, Yunan Devletine ait sayılmalıdır.

Yukarıda belirtilen tarihte 19 numara ile Devlet Mülkleri Hukuk Danışmanlığı kararı olarak kabul edilen ve sonra da Yunan Maliye Bakanlığı'nın 10 Temmuz 1976 tarih ve D. 4021/167 Protokol numarasıyla benimsenen mütalaaya bakılacak olursa, bir "yanlışlıklar manzumesi"dir, çünkü, 30 Ocak 1923 Antlaşması (md. 10) taşınmaz malların tasfiyesini öngörmektedir ama, bu hüküm mübadeleye giren bölgelerdeki özel ve tüzel kişiler içindir; oysa Sohtalar Medresesi Batı Trakya'nın en büyük kenti olan Gümülcine'dedir, yani "mübadil" değildir, "établi"dir.İkincisi, 1930 Mukavelenamesi, 16. maddesinde sayılan istisnalar dışında, Batı Trakya için geçerli değildir; mübadeleye giren bölgeler için geçerlidir.

Mübadeleye girmeyen bir bölgedeki bir Medrese'ye ait bir vakfı mübadeleye girmiş bir tüzel kişinin malı gibi göstererek Yunan Devleti'ne mâl eden bu mütalaanın yanlışları burada bizi ilgilendirmemektedir. Bizi burada ilgilendiren, bir devlet kuruluşunun resmî mütalaasında 1913 Atina Muahedenamesi'ne 1976 yılında atıf yapması, Yunan Maliye Bakanlığı'nın da bunu benimsemesidir. Fakat, sadece yapıldığı tarihte (1913) "Yunanistan'a terkedilen topraklar" için geçerli olduğunu, dolayısıyla, 1920'de ilhak edilen Batı Trakya için geçersiz olduğunu söyleyecek yerde red gerekçesini, doğrudan doğruya, 1923'te yapılan nüfus değişimi sonucu Antlaşmanın konusunun ortadan kalktığına dayandırmaktadır. Yunan Dışişleri Bakanlığı'na göre, 1913 antlaşması yerine 1923'te imzalanan Lozan antlaşması geçmiştir ve bugün Yunanistan'ı Türk kökenli azınlıklar konusunda bağlayan tek antlaşma da bu Lozan antlaşmasıdır.

Yunan Dışişleri'nin iddiası ilginçtir, çünkü Yunanistan'ı azınlıklar açısından asıl bağlayan genel anlaşma olan 1920 Yunan Sevr'ini hiç yapılmamış varsayarak doğrudan doğruya 1913'ten 1923'e atlamaktadır. Bunun sebebi, Yunan Sevr'inin Yunanistan'a tek taraflı azınlıkları koruma yükümlülüğü getiren bir uluslararası metin olması olsa gerektir ve Yunanistan, en azından Türk kökenli azınlıklar açısından, mütekabiliyet göstermeyen koruma hükümlerini tanımamak eğiliminde gözükmektedir.

1913 metni açısından çok önemli bir nokta bulunmaktadır. Antlaşma'ya üç adet protokol eklenmiştir ve hatırlanacağı gibi Antlaşmanın 2. maddesi hükmüne göre 3. numaralı Protokol yalnızca "Yunanistan'a bırakılan topraklar" için değil, "Yunanistan'ın bütün toprakları" için geçerli kılınmıştır. Devletlerin antlaşmalar konusundaki halefiyeti ilkelerine göre, bir toprak parçasına yeni sahip olan devletin daha önce yapmış olduğu antlaşmalar, halefiyet tarihinden başlayarak o toprak parçası için de geçerli olmaktadır. 3 numaralı Protokol imzalandığında Yunanistan henüz Batı Trakya'ya (ve 12 Ada'ya) sahip değildir ama, bu halefiyet ilkesi ve de uluslararası Adalet Divanının 1978'deki kararı nedeniyle bu Protokol'un adı geçen bölgelerdeki Müslümanlar açısından geçerli olması hukukî bir zorunluluktur. 3 numaralı Protokol, Yunanistan'ın 1981 yılında iddia ettiğinin tersine, Lozan Antlaşması ile kaldırılamamıştır ve eğer bundan sonra Yunanistan, üzerinde Müslümanlar yaşayan başka bir toprak parçasına daha sahip çıkacak olursa, o toprak parçası üzerinde de geçerli olacaktır.

Lozan Konferansı görüşmeleri de, bu Konferans'ta imzalanan barış antlaşmanın 1913 Atina Muahedenamesi'ni (dolayısıyla, 3 numaralı Protokol'u) yürürlükten kaldırmadığının delilidir. Nitekim Venizelos, 19 Aralık 1922 oturumunda Türkiye'deki azınlıkların korunması hükümleri görüşülürken, 1913 Antlaşması'nın 11. maddesini okumuş ve yeni Türkiye'nin de böyle geniş güvenceler vermesi gerektiğine örnek olarak göstermiştir. Daha da ötesi, 29 Aralık 1922 tarihli oturumda Türk heyetinin İstanbul Rum Patrikliği'nin yurt dışına çıkarılması konusunda direnmesi üzerine söz alan Yunanistan delegesi Caclamanos, müftüleri Müslümanlara seçtiren, başmüftünün de İstanbul'a bağlı olmasını öngören Atina Antlaşması'ndaki hükümlerin bu durumda yürürlükte kalmasını kabul edemeyeceklerini söylemiş, fakat buna Fransız delegesi Laroche, konumuz açısından son derece önemli olan bir cevap vermiştir. Yapılması söz konusu olan Antlaşma (Lozan) Yunanistan'ın ve Türkiye'nin daha önce doğrudan doğruya girişmiş bulundukları hukukî yükümlülüklerden hiç birini değiştiremez ve Konferans'ın bu çeşit yükümlükleri kaldırmak ya da doğrulamak yetkisi de yoktur.

Sitemizde sizlere daha iyi hizmet sunulabilmesi için çerezler kullanılmaktadır. Hizmetlerimizi kullanarak çerez kullanımına izin vermiş olmaktasınız.