Kültür ve Sanat
Anadolu ve Rumeli kültürünün buluştuğu yerdir Edirne..
Edirne ve çevresinde yapılan kazılar, yöredeki ilk yerleşimlerin Neolitik Çağ sonlarında başladığını göstermektedir. Yörenin bilinen en eski halkı Traklar'dır. Traklar'ı Makedonyalılar ve Romalılar izlemiştir. Roma İmparatorluğu'nun ikiye bölünmesiyle Edirne, Bizans Devleti'nin sınırları içinde kalmıştır. Uzun süren Bizans egemenliğinden sonra Edirne Osmanlı Devleti'ne katılmıştır.
Edirne'nin Avrupa'ya yakınlığı, Edirne kültürünü büyük ölçüde etkilemiştir. Bu nedenle Edirne kültürünün izlediği çizgi, Anadolu illerinin çizgisinden oldukça değişiktir.
Edirne Osmanlı İmparatorluğun başkenti olarak tarihi boyunca bilim, kültür ve sanat alanında da bir çekim merkeziydi. Saray, cami, medrese, darüşşifa gibi kurumların yanı sıra Anadolu ile Balkanlar arasında köprü işlevi gören coğrafi yapısı da kentin sosyo-kültürel dokusunda belirgin rol oynadı.
Özellikle II. Murat ve II. Bayezid gibi hükümdarların himayesi altında Edirne'ye yerleşen bilim adamları Türkçe'nin bir bilim ve edebiyat dili olmasında büyük rol oynamıştı. Edirne bu dönemde kurulan 40'ın üzerindeki medresesiyle aynı zamanda bir Üniversite şehri kimliği de kazandı.
Kültür oluşumları ve hareketleri insan topluluklarını izleyerek Anadolu'dan Trakya topraklarına ve Balkanlara ulaşmış, yeni coğrafyalar üzerinde yerli kültürlerle kaynaşarak gelişmiştir. Bu etkileşim aynı zamanda Rumeli'den Trakya yönüne doğru bir çizgi de izler. Yolların ve kültürlerin kesişme noktasındaki Edirne bu gelişmede rol oynayan en önemli şehirlerden biridir.
Edirne'de günümüz yaşama biçiminin oluşmasında en önemli etken, Rumeli'nin değişik yerlerinden gelen göçlerdir. Bu göçlerle gelen halk toplulukları, yaşayış özelliklerini de birlikte getirmişlerdir.
Edirne'de canlı bir yaşama biçimi vardır. Tarımda makineleşme, verim artışı ve bunların yarattığı zenginlik, bu canlılığın temelini oluşturur. Buna, son yıllarda hızla gelişen sanayi de eklenmelidir. Geleneksel yapı, hızla bir çözülüş içindedir. Köylerle kentler arasındaki yaşayış farkı, giderek ortadan kalkmaktadır. Çekirdek aile, egemen aile yapısı durumundadır.
Edirne insanı, çağdaş yaşama her zaman açık olmuştur. Beslenme, barınma, giyim-kuşam, sağlık alanlarında, çağdaş değerler hızla yayılmıştır.
Anadolu'dan Türk müziğinin Balkanlara taşınmasında Edirne bir köprü görevi gördü. O nedenle kentin kültürel dokusu incelendiğinde Anadolu ve Rumeli'nin buluştuğu ve pek çok kültürden izler taşıdığı görülür. Edirne'de halk müziği ve halk oyunları da bu doğrultuda gelişmiştir.
El emeği, göz nuru...
Türk sanat tarihine önemli örnekler kazandıran Edirne 15. 16. ve 17. yüzyıllarda siyasi bir merkez olma durumu yanında imparatorluğun bir sanat merkezi unvanına da sahip olmuştur. Edirne bu ilk şaşaalı devrinde Türk sanatının en büyük temsilcileri arasına girmiş, hatta İstanbul payitaht olduktan sonra bir müddet daha kültürel üstünlüğünü devam ettirmiştir.
Ancak Edirne'de sanat hareketleri daha çok Osmanlı sarayının Edirne ile ilgisi oranında canlanmış, yükselmiş veya gerilemiştir. Şimdi ayakta duran mimari eserler buna en güzel örnektir. Bu anıtsal eserler yanında el işlerine dayanan küçük eserler maalesef eski varlığıyla günümüze kadar gelememiş ve çeşitli siyasi ve tabii olaylar yüzünden ya harap olmuş ya da çeşitli yerlere taşınarak dağılmıştır. Böylece "İlk dört asırda Edirne'de Türk zevkinin ruh inceliği son iki asırda ancak bir hatıra mahiyetinde sarsıntılar içinde yaşayabilmiştir".
Bir serhat şehri veya geçit yeri olması bakımından daima istilalara uğraması şehrin sosyal bünyesi kadar sanat hareketlerine de tesir etmiştir. Ancak bu coğrafî durumun Türk (özellikle İstanbul) ve Avrupa kültür hareketlerinin yakından izlenmesi yönünden sağlamış olduğu büyük faydalarını da inkar etmemek gerekir. Bu bakımdan imparatorluk merkezi İstanbul'un yakınlığı dolayısıyla Edirne'ye önemli sanat etkileri yaptığı bir gerçektir.
Ancak bu etkiler yerli sanatla karışarak yeni bir üslubun doğmasına yol açmıştır. Avrupa'nın Barok üslubu ve onun devamı olan Rokoko bezemeler 19. yüzyılın başlarında Türkiye'de çok etkin bir vaziyette yayılırken Edirne kendi üslubunu bu Avrupai bezeme tekniğiyle en iyi şekli de bağdaştırmış ve belki de Türk Rokokosu denilen üslubun doğmasında büyük bir rol oynamıştır. Bu bakımdan devrinin sanat tekniklerine zamanında ve ustaca ayak uyduran Edirneli sanatkarı takdir etmemek elde değil.
El Sanatları
Edirne'de ağaç işlemelerinin yaygın bir ünü vardır. Edirne'de İstanbul'dan ve Avrupa'dan alınan etkilerle Edirnekâri bir üslûp yaratılmıştır. Edirnekâri ağaç işlerini oyma, kakma ve boya bezekli yapıtlar oluşturur. İşlemelerde genellikle lale, sümbül, karanfil, çiçek buketi, meyve gibi bitkisel motifler kullanılmıştır.
Boya bezekli ürünlerde süsen yeşili, mor, safran sarısı, hindiba esmeri, kahve esmeri gibi bitkisel boyalar kullanılmıştır.
Yörede süpürgecilik pazara yönelik bir el sanatı olarak varlığını sürdürmektedir. Süpürge darısından yapılır. El süpürgesi, sırıklı süpürge, küçük el süpürgesi, tavan süpürgesi, top süpürge gibi değişik türleri bulunmaktadır.
Edirne'nin eski el sanatlarından biri de misk sabunculuğudur. Portakal, limon, elma, armut vb. biçimlerinde yapılan sabunlar, hediyelik eşya olarak satılır. Çömlekçilik, hasırcılık, sepetçilik varlıklarını sürdüren el sanatı dallarıdır.
Edirne'de el ürünü işlemeler, renkleri, anlamlı motifleri, işlemedeki ustalığı ile dikkati çeker. En eski örneklerde bile canlılığını yitirmemiş renkler, Edirne kök boyacılığının eseridir. En çok koyu mavi, pembe, kırmızı, sarı, kara renkler kullanılmıştır. İşlemelerde bitkisel motifler ağır basar. İşlemeler genellikle sakangur ve salaşpur bezlere, Felemenk tipi dokumalarla yapılmıştır. İşlemelerde tığ işi, ulama, ajur, teknikleri kullanılmıştır.
El sanatları bir milletin, yüzyıllar boyu süregelen yaşamı sonucunda oluşan ve kuşaktan kuşağa aktarılan en önemli kültür varlığıdır. Edirne el sanatları bakımından günümüzde ticari değerini yitirmiş olmakla beraber gelişen turizm sektörüne paralel olarak önemli bir gelir kaynağı olabilecek potansiyeldedir.
Kulaktan kulağa maniler
Türk folklorunun anonim halk edebiyatı bölümlerindendir. Kimler tarafından söylendiği bilinmemektedir. Söylenmediği veya yazılmadığı yer yok gibidir. Düğünlerde, nişanlarda, hıdrellez günlerinde, niyet çömleklerinde, kış gecelerinde soba mangal başlarında, halk hikâyelerinde, tiyatrolarda, takvim yapraklarında, şeker ve çiklet kağıtlarında, niyetçilerde, mektuplarda.
Manileri türkülerimizin, şarkılarımızın, şiirlerimizin hatta bilmecelerimizin içinde de bulabiliriz.
Sevgili, sevgi, özlem, üzüntü, imrenme, kıskanma, gücenme, beddua, yerme, sevinç, pişmanlık, önemli olaylar ve belirli günler, askerlik kısaca yaşamımızdaki her şey manilerin kaynağıdır.
Bazı manilerde yöresel özellikler de belirtilmekte örneğin; köylerin akan suyun saflığı ve tatlılığı zemzem suyuna benzetilmekte, genelde kömür kelimesini kullanmakla köylerinde kömür ocağı bulunduğu, cami, han, hamam gibi yapılarında yer aldığı vurgulanmaktadır. O bölgede yetişen ürünlerin bile (pirinç, pancar gibi) manilerde yer aldığı görülmektedir.
Manilerde dil özelliklerinde belirgin olarak gözlenmektedir; kova/kufa, mahalle/ mahle-male, alet/alat, öyle/üle, ahlat/ağlat, dünür/dönür, ağlar/alar gibi, "h" harfi ise çoğunlukla söylenişte kullanılmamaktadır. Akil/hakim, ayda/hayda, arman/harman, başış/bahşiş, aşladılar/haşladılar, Beyzat/Behzat, cevair/cevahir, endek/hendek, dağa/ daha, azetmem/hazetmem v.b.
Yukarıda da belirtildiği gibi çeşitli konuları işleyen manilerde, ilk iki satır çoğunlukla ses uyumunu, halkımızın ayak dediği kafiye düzenini kurmaya, dinleyenin dikkatini ve ilgisini çekmeye yarar. Üçüncü ve dördüncü mısra asıl konunun verilmeye çalışıldığı bölümdür. Ancak nadiren de olsa mısraların bütününde bir duygu, fikir ve hayal işlendiği görülebilir.
Maniler genellikle "aaba" ve "abcb" olarak kafiyeleşmiştir. Ancak bu arada "aaab, aabb, abab, abca" olarak kafiyelendirildiklerine az da olsa rastlanmaktadır.
Edirne`den unutulmayacak damak tadları
Türk kültürünün önemli bir boyutunu da yemek geleneği oluşturur. Geçmişten günümüze Türk toplumunun sosyoekonomik yapısının yansıması olan yeme-içme kültürümüz; bize özgü davranışların ve alışkanlıkların geliştirdiği değerlerle bütünleşir.
Orhun Yazıtları'ndan beri Selçukname, Kanunname, seyahatname, risale gibi yazılı-basılı belgelerle de günümüze taşınan yemek kültürümüz, birlikteliğin, toplumsal dayanışmanın ve konukseverliğin öne çıktığı bir geleneği yansıtır. Türk tarihinde toylar, düğünler, şenlikler hep yemekle anlam kazanan şölenlerdir. Ziyafetler birlikte olmayı, toplum olmayı güçlendirmektedir.
Yemek kültürümüz; sofraya oturma şekli ve yemek yeme adabı, yiyecek ve içeceklerin sağlık koşullarıyla ilişkileri, mevsimlere göre yiyecek ve içecekler, beslenme alışkanlıkları, mutfak kap kaçakları ve daha birçok yönüyle günlük yaşamın vazgeçilmez boyutuyla ilgili bize özgü kültürel değerler ortaya koymaktadır.
Her alanda olduğu gibi, Anadolu'nun yemek kültürünü Balkanlar'a taşıyan Türkler, kültürlerin geçiştiği bir coğrafyada Rumeli gelenekleri ve bölgesel özelliklerin bireşimiyle zengin bir mutfak anlayışını da geliştirmiş. Osmanlı'nın saray kenti Edirne, bütün bu özellikleriyle zengin bir yemek kültürünün de merkezidir.
Genel olarak mutfağı, karakteristik yapısı itibariyle tarımsal ekonomik yapı, coğrafi bölgelere göre çeşitlilik, ailelerin sosyal ekonomik yapılarına göre farklılık, tarihte birlikte yaşama zorunluluğundan doğan başka kültürlerden etkileşim, dinsel yapı ve normlar ve beslenme alışkanlıklarında cinsiyet farklılaşmaları ile yoğrulup biçim almıştır.
Kent mutfağının da bu özelliklerinin içinde fazlalıkla Balkan Ülkeleri Mutfağı İle etkileşimleri bulunmakta olup, ancak daha çok etkilediği yönünde örnekler çoğunluktadır.
Dillere destan damak tadı: Edirne ciğeri
Ciğer sevmeyenlere duyrulur, hele bir yudum tadın..Hazırlanışı
Ev mutfağında pek yapılmasa da Edirne Ciğerci dükkanlarını şehirde çoğu yerde görebilirsiniz.
Geçmişten bir tat: Deva-î Misk
Edirne'nin geleneksel bir şekerleme çeşidi olan Deva-i Misk, "güzel kokan ve bedene iyi gelen" anlamını taşımaktadır.Yapılışı
Bir miktar şeker krem tartar ve limon tozu katılarak yüz kırk dereceye kadar kaynatılır. Soğumaya bırakılıp şeker küreği ile karıştırılır. Yuvarlak kazan sopası şekerin ortasına banılarak kenar çevrilir. Bu işlem ile sarı olan şeker beyazlaşmaya başlar, daha sonra şeker küreği ile dövülerek koyulaştırılır.Bu işlemlerden sonra çırpılmış yumurta akı, beyazlaşıp katılaşmış şeker içine dökülür. Ayrıca misk-i amber, tarçın, karanfil, zencefil, yenibahar gibi baharatlar da güzelce karıştırılıp tekrar dövülür iyice beyazlaşıp katılaşınca saklamaya alınır.
İyi peynirin vatanı: Edirne
Edirne ilinin en ünlü olan ürünlerindendir. Piyasada bulunan beyaz peynirler uzun yıllar "Edirne peyniri" olarak adlandırılmıştır. Edirne ilinde üretilen beyaz peynir ve kaşar peynirlerinin ünü Türkiye'nin bütün bölgelerinde bilinmektedir.
Edirne'de beyaz peynirin kendine özgü yapılış biçimi vardır.
Süt önce 70 dereceye kadar kaynatılır. 30 dereceye kadar soğutulur ve mayalanır. Kaynatma ve mayalama sıcaklığı hava koşullarına göre değişir. 1.5 saat sonra telemesi oluşur. Çendere bezlerine alınır, süzülmeye bırakılır. Bu işlem yaklaşık 3.5 saat sürer, sonra kalıplar halinde tuzlanıp tenekeye dizilir. İkinci tuzunu 48 saatte alır. Buzhaneye yollanır, buzhanede 45 günde lezzetini alır ve satışa hazır olur.
55-60 kg koyun sütünden 20 kg peynir çıkar.
PEYNİRİN YARARLARI
- Peynir, süt ürünleri arasında besin değeri en yüksek olanıdır, protein, mineraller ve vitaminler gibi esansiyel maddeler bakımından zengin bir kaynaktır.
- A, B ve E vitaminleri, kalsiyum ve fosfor içerir. Peynir protein açısından sütle aynı gereksinimi karşılayacak değerdedir. Özellikle beyaz peynir ve lor protein açısından zengindir.
- 100 gram peynir yetişkin bir insanın günlük mineral ihtiyacını karşılar.
- Peynir, kolay hazmedilir ve diğer gıdaların hazmolmasına yardımcı olur. Bu özelliği nedeniyle de sofraların baş tacıdır.
- Peynir toplam yağ alımını çok az arttırmaktadır. Ayrıca kolesterol oranı en düşük gıdalardan biridir.
- Peynirde laktoz yoktur ya da düşük oranda bulunur. Bu nedenle peynir, sütü sindirmekte zorlanan kişiler için alternatif bir gıdadır.
- Peynir, çocuklarda boy uzamasını önemli ölçüde artırır, kemik gelişimine yardımcı olur. Kadınlarda da kemik yapısının güçlü kalabilmesini sağlar. Ayrıca diş sağlığı için vazgeçilmez bir besindir.
PEYNİRİN MUHAFAZASI
- Peynir, +3 - +5 derecede, ışıksız ortamda (buzdolabında, sebzelik gözünde) saklanmalıdır.
- Peynir hemen tüketilmeyecek ise, kendi ambalajında saklanmalıdır. Ambalajı açıldıktan sonra ise mutlaka saklama kabında veya ambalaj malzemelerine sararak korunmalıdır. Aksi takdirde peynir nemini kaybeder, aroması ve lezzeti azalır.
- Beyaz peynir; ambalajı açıldıktan sonra, içme suyuna, yumurta yüzecek kadar tuz eklenerek hazırlanan sıvıda saklanabilir. Böylece peynirin olgunlaşma süreci de devam eder.
- Peynir dilimlere ayrılmadan saklanmalıdır, böylece dış ortamla teması enaza indirilebilir.
- Kabuklu peynirler (eski kaşar gibi), kabuğu temizlenmeden saklanmalı, temizleme işlemi peyniri tüketmezden hemen önce yapılmalıdır. Krem peynirler mutlaka kendi ambalajının içinde ve kapağı kapalı olarak saklanmalıdır.
- Kızartma peynirleri tüketilmeden önce 4-5 saat suda bekletilerek tuzu alınmalıdır.
- Beyaz peynir dışındaki peynirler yıkanmamalıdır, su ile temas peynirin lezzet ve aromasının kaybolmasına yol açar.
- Beyaz peynirleri keserken, bıçağı ıslatmak peynirin düzgün kesilmesine yardımcı olur.
PEYNİR ALIRKEN DİKKAT EDİLMESİ GEREKENLER
- Beyaz peynir çok fazla gözenekli olmamalıdır. Gözeneklerin fazlalığı, asitli süt kullanıldığını gösterir.
- Beyaz peynir ambalajına fazla su salmamış olmalıdır, aksi takdirde olgunlaşmadığı anlaşılır.
- Tadıldığında çok fazla ekşilik veren beyaz peynir iyi değildir. Fakat az bir ekşilik de yoğurt kültürünün kullanıldığını gösterir.
- Taze kaşar peyniri açık sarı renkte, homojen yapıda, süt kokulu, kolay dilimlenebilir ve az tuzlu olur.
- Dil peyniri az tuzlu olmalı ve lif lif ayrılabilmelidir.
Kültür dansı: Halk Oyunları
Edirne yakın komşularının müzik ve oyun kültüründen de etkilenmiştir. Bu nedenle müzik ve oyun folklorunda kendine özgü bir renklilik gözlenir. Edirne halk müziğinin tipik özelliklerinden olan "Mani Atışma" geleneği, çoğunlukla yöre kadınlarının iş ve eğlence ortamlarında çeşitli manilerin okunmasından doğar.
Edirne'de halk müziği türlerinden en yaygın olanları "Karşılama" ve "Hora" havalarıdır. Edirne'de kullanılan halk çalgıları arasında davul-zurna, dilli ve dilsiz kavallar, gayda(tulum), darbuka, def, zil ve bağlamalar bulunur. Edirne oyunları Trakya ve Balkan oyunlarının etkisi altında olmakla birlikte, kendine özgü bir tavır oluşturur. Edirne'de oyunlar genellikle bitişik ve ayrık olmak kaydıyla iki düzende oynanır.
Çoğunlukla ayrık düzende oynananlar "Karşılama", bitişik düzende oynananlar "Hora" adıyla anılır.
Güzellik var Soyumuzda
Trakya ve Edirne halkının kendisine özgü bir kıyafeti ve giyim kültürü bulunmaktaydı öyle ki 1453 yılına kadar Osmanlı'ya başkentlik yapmış Edirne, İstanbul'un başkent olmasından sonra da bu önemini korumuş bu sayede Edirne halkı, sarayın da etkisi ile giyimine oldukça düşkündü. Edirne sarayı giyim ve kuşamda İstanbul saraylarını aratmayacak düzeydeydi ve şehir Osmanlı döneminin bir moda merkezi haline gelmişti.
Batılılaşma hareketi Edirne sarayını da etkilemiş, Edirneli kadınlar giyim ve kuşamda Avrupalı kadınlardan geri kalmaz duruma gelmişlerdi, hatta onlardan daha ileri düzeye erişmişlerdi. III. Ahmet Edirne'de oturduğu sırada, İngiltere Sefiri'nin eşi Lady Monteguie Edirne'ye gelmiş ve bir süre Edirne'de yaşamıştır. Edirne'den İngiltere'ye yazdığı mektuplarda kadınların giyim biçimleri hakkında şunları yazmaktadır:
"Türkiye'de güzeller, İngiltere'dekinden daha çok ve hepsi mütenevvi. Burada hiçbir genç kadına tesadüf edilmez ki güzel olmasın. Hemen hepsi kara gözlü, tenleri dünyanın en güzel renginde. Asil bir Türk kadını nasıl giyinir, bunu öğrenmek ister misiniz? İşte yazıyorum. Onun arkasında dolama denilen bir gömlek vardır. Düğmeleri nohut iriliğinde elmastan yapılmıştır. Dolama daha küçük çapta elmaslarla süslü iki iğne ile kemere tutturulmuştur. Ten üzerindeki iç gömleği, baklava biçiminde iki elmas düğme ile ilikli. Kemer, gayet geniş ve baştanbaşa elmas. Gerdan dize kadar inen üç dizi inci ile sarılı. Dizilerden birinin ucunda Hint tavuğu yumurtası kadar büyük bir zümrüt asılı. Küpeleri takıldığı yere yakışacak değerdedir. Yüzükler de öyledir. Güzel hatta pek güzel olan parmakların zarafetini kendi ışıklarıyla aydınlatıp dururlar. Benim gördüğüm Türk kadınlarındaki süslerin yarısı kıymetinde süs taşıyan Avrupalı bir kraliçe yoktur."
Lady Monteguie' nin bu mektuplarından Edirne'deki kadınların giyimlerinin ne kadar ihtişamlı olduğunu anlamaktayız.
Edirne giysilerinde, Edirne'ye özgü pembe renkli atlas kumaşlar kullanıldığı gibi, kadın giysilerinde, hama kumaşı, martin denilen bir nevi ipekli kumaşlarda kullanılmıştır.
Atlas; yüzü ipek, tersi pamuk, parlak yüzlü düz bir kumaş ve üzerinde işleme yapmaya elverişli bir kumaş türü olduğundan, üzeri altın ve gümüş tellerle işlenmiştir.
Kadın Giyimi
Şalvarı bele bağlayan bütün kuşağa uçkur adı verilmektedir. Uçkur bağlandıktan sonra belden aşağı sarkıtılan uçkurun uçlarına, güzel işlemeler yapılırdı. Şalvarın üzerine, bürüncük adı verilen kumaştan yapılmış gömlekler giyilirdi. Bürüncük kumaşlar ipek ipliği ile pamuk ipliği de kullanılarak dokunmuştur.
Kadınlar, başlarına kenarları iğne oyası, mekik, tığ ve boncuk oyaları ile süslenmiş grep veya yemeni bağlarlardı. Zengin hanımlarda başlarına iğne oyası ile süslenmiş hotoz tabir edilen serpuşu giyerlerdi.
Takılar
Osmanlılar döneminde Edirne'de yaşayan kadınlar, sokağa çıktıklarında koyu renkli ipek veya çuha kumaştan yapılmış ferace, yeldirme veya çarşaf giyerler; sadece gözleri açıkta kalacak şekilde yüzlerini tülle örterlerdi.
Günümüzde de kırsal kesimde yaşayan kadınlar arasında çarşaf, ferace ve şalvar giyilmeye devam edilmektedir.
Kadın Pabuçları
Kadınlar ayaklarına evde ve sokakta yün ve pamuktan yapılmış çoraplar giyerlerdi. Köylerde, elde beş şişle örülen köylü çorapları çeşitli renklerden yapılmış motiflerden oluşmaktaydı. Edirne sarayında ve varlıklı ailelerde, ayaklara mercan terlik, deriden yapılmış kısa ve uzun konçlu çizme, sedef kakmalı nalınlar giyilirdi. Halk arasında ise, keçe, çizme, çarık, dolak sade nalınlar ve yemeniler giyilmekteydi.Erkek Giyimi
Erkek giyiminde; bele kuşak takılarak, potur ve ağlı şalvar giyilmiştir. Üzerine, camadan, fermene, kolsuz camadan, kavuşturmalı yelek, mintan, salto giyilir, başı örtmek için fes kullanılırdı.
Potur, Karapınar biçimi, Rusçuk biçimi, Tek gözlü potur ve kulaklı potur olmak üzere dört çeşittir.
Karapınar biçimi potur: Ağı olan poturdur.
Rusçuk biçimi potur: Ağı çalık ve dar olan poturdur. Bu poturların ayak bilekleri ve cepleri kaytanlı ve çiçek işlemelidir. Cepler ve diğer aksam kaytanlıdır. Kaytan işlemeler müşterinin arzusuna göre beş sıradan dokuz sıraya kadar dikilirdi.
Kulaklı potur: Bu tabirden amaç, paça çiçek işlemeli ve kulak şeklinde olup bu kulaklar ayağa giyilen ayakkabıların üzerini örter şekildedir. Poturların dikiş yerleri umumiyetle kaytanlıdır. Kaytanın en makbulü, Bulgaristan'dan gelen bu kaytanı kullanırlardı. Poturlar, gri, lacivert, mavi bazen de siyah çuhadan dikilirdi.
Şalvar: üst kısmı bol ve büzgülü, paçaları ayrı ve genişçedir. Erkeklerin şalvarı kadınlarınkine göre daha dar ve sadedir. Şalvar, ağlı şalvar, yarım ağlı şalvar, elifli şalvar isimleriyle üç şekildedir. Şalvarların cep ve paça ağızları hafif kaytanlıdır. Şalvar üzerine düz ve harçsız salta giyilir.
Salta: kaytansız, kol ve yen ağızları yırtmaçlı ve açıktır. Bu kısmı kırmızı gezi denilen bir nevi astar kaplıdır. Bele, beyaz yapak kuşak, acem şalı veya ipekli Trablus kuşağı sarılır. Başa giyilen fesin üzerine ise cenber veya kefiye bağlanır.
Kolsuz Camadan (camedan): Kısa, kolsuz ön tarafı çapraz kavuşur gibi olan bir yelektir. Halk ve esnaf tarafından giyilirdi.
Fermene: Kolsuz, çuha veya abadan kesilirdi. Şekil olarak camadana benzer ancak ondan biraz daha uzundur. Kollu camadan üzerine giyilir, yelek şeklindedir. Bunun da üzeri çiçeklerle süslenmiştir, süslemelerde camadan da olduğu gibi kesme ve selvi çiçekleri kullanılmıştır. Süslemelerde kullanılan iplik, bükme ipek siyah ibrişimidir. Bunu giyen ler artık üzerine salto giymezlerdi.
Salto: Salto da çuhadan yapılmıştır, fermene gibi iki çeşit çiçek işlemelidir. Arkası ve kolları gül işlemeli, önlerin iki yanı ise selvi çiçek işlemelidir.
Cepken: Kolları takma ve iğretidir ve istenildiği zaman takılır, çıkartılır. Giyildiği zaman kolları giyilmez, iki tarafı omuz başlarından arkaya sarkar. Cepken giyenlerin poturlarının ağları boldur. Diz bağı tabir edilen püsküllü şeritlerin baldırların üzerine bağlanır. Püskülleri de yan tarafa sarkıtılır. Cepken ve potur giyenler beldeki kuşağın üzerine silahlık bağlarlardı.
Erkek giyiminde yağlıkların da ayrı bir yeri vardı. Yağlıklar sofra dışında çevre ve mendil gibi yalnız erkeklerce kullanılırdı. Yağlıkla çarşıdan alınanlar taşınır, file görevi görmediği zamanlar işlemeli kısmı kuşağın kıvrımından sarkıtılarak yürünürdü.
Saat köstekleri de kıyafeti tamamlayan unsurlardan birisidir. Edirne erkek kıyafetlerinde asmalı gümüş saat kösteği vardır. Bu köstekler iki çeşittir. Birisi tek ve kalın zincirdir, diğeri de 4-5 sıra gümüş zincirdir. Esnaf halk arasında iş görürken önüne futa adı verilen önlük bağlardı.