Selimiye Camii
Makale Dizini
Sayfa 1 / 7
Türk-İslam tarihinin en ihtişamlı yapısı: Selimiye Camii
Mimar Sinan'ın 80 yaşında yarattığı ve "ustalık eserim" diye nitelediği yapıt olan Selimiye Camii, Osmanlı-Türk mimarlık tarihinin olduğu kadar, dünya mimarlık tarihinin de baş yapıtları arasında gösterilmektedir.
Selimiye Camii neden İstanbul'a değil de Edirne'ye yapıldı?
Ancak bilindiği gibi Kıbrıs, 1571 yılında fethedilmiş, Selimiye camiinin yapım süreci ise 156869 yıllarında başlamıştır. Evliya Çelebinin ise doğruluğu şüpheli bu bilgiyi bu şekilde aktarmasını, Selimiye gibi bir abide eserden etkilenmesinden veya diğer etkilenen insanların ona abartılı aktarmalarından kaynaklandığı düşünülebilir.
Evliya Çelebinin bu görüşüne karşın, Selimiye külliyesinin Edirne'ye yapılmasının sebepleri ile ilgili çeşitli görüşler bulunmaktadır:
- İstanbul sur içindeki egemen olan noktalarda daha önce yaptırılan Ayasofya Bayezid, Süleymaniye, Şehzade ve Fatih camileri bulunması ve bu camilerin tümünün şehre hakim noktalara inşa edilmiş, bölgede başyapıt için gerekli bir mekan bulunmaması ileri sürülebilir. Bunun yanında Sur içinde bulunan bu bölgede 15 yıl önce bir diğer başyapıt Süleymaniye cami ve külliyesinin yapılması işlev ve ihtiyaç anlamında gerek olmadığını akla getirebilir.
- Anadolu'dan Rumeli'ye aktarılan Türk nüfusu Balkanların bir çok yerinde bulunmasına rağmen, Avrupa'da kesin olarak Türkleşmiş coğrafi alan sınırı Edirne dolaylarından geçmekteydi ve Edirne bu bölgenin merkezi olarak görülmekteydi. Edirne'nin daha önce başkentliği üstlenmesi ve Kanuni Sultan Süleyman döneminde ki batı seferlerinin askeri merkezi olması, Edirne'yi Osmanlı'nın gözünde geçmiş bir başkenti olarak önemli kılıyordu. Buraya yapılacak abidevi eser, mevcudiyeti süresince bu toprakların Osmanlı ve Türk kalmasını sağlayacaktı. Nitekim 19. ve 20. yüzyıllardaki işgallerde Ruslar, Bulgarlar ve Yunanlılar bu abidevi eseri yok etme cesaretini gösterememiş ve Selimiye, Edirne'nin bir Türk şehri olduğunun en büyük kanıtı olmuştur.
- Sultan II. Selim, babası Kanuni Sultan Süleyman ve diğer saray halkı ile beraber Edirne sarayında bulunması ve hatta Kanuni Sultan Süleyman batı seferlerine çıktığında Edirne kentinin koruyucusu (kaim-makam) olarak bırakılması, onun gözünde Edirne'nin önemini maddi ve manevi boyutlarıyla anlamlı kılmış olmalıdır. Nitekim Mimar Sinan'ın ağzından yazıldığı düşünülen Tezkiretü'l Bünyan ( Yapılar Kitabı) adlı eserde " Sultan Selim Han hazretleri, saadetle devlet tahtına oturduktan sonra Edirne şehrine son derece sevgisi ve şefkati olduğundan burada, zamanda benzeri olmayan bir camii yapılmasını buyurdular" diye yazmaktadır.
Selimiye'ye giden yol
Sinan, Selimiye camiinden önce Silivrikapı'da 1551 tarihli Hadım İbrahim Paşa camiinde ve 1555-1560 tarihleri arasındaki Rüstem Paşa camiinde sekiz köşeli kaide üzerine oturan kubbe şeklini de denemişti. Böylece Sinan büyük pratik araştırmalarla camiler için kendine en ideal görünen abide fikrini iyice hazırlayıp geliştirdikten sonra Edirne'de son ve en büyük şaheseri Selimiye'nin inşasına başlamıştır.
II.Selim, Camii'nin bittiğini göremedi
Dönemin padişahı II. Selim tarafından Edirne'de inşa ettirilen bu "anıtsal yapı", 1568-1575 yılları arasında yapılmıştır. Selimiye Camii'nin inşasına başlandığı tarih kesin olarak bilinmemekle birlikte, camii kapısı üzerinde bulunan kitabede H. 976 (1568) yılı yazmaktadır. 27 Kasım 1574 Cuma günü Camii'nin açılması için Divandan emir gelmiş olsa da 7 Aralık 1574 'de Sultan II. Selim vefat ettiği tarihten sonra, 982 hicri senesinin son ayının (Zilhicce) ilk günü (14 Mart 1575) ibadete açılmıştır. Ne yazık ki, inşa fermanını yazan II. Selim ömrü vefa etmediği için Camii'nin açılışını görememiştir.Selimiye'nin dünya mimarisindeki yeri
Kubbe, mimaride evreni temsil eden bir simgedir. Tüm inanç sistemlerinde bu sebep ile dini yapıların çoğunda kubbesel yapılar tercih edilmiştir. Hıristiyan dünyasının hakim olduğu Avrupa'da da kubbe mimarisi, özellikle İtalya'da, hakim olmuştur. Ancak Bu eserleri ortaya çıkaran mimarlar, Mimar Sinan'dan farklı olarak üst üste iki kubbe sistemini benimsemişlerdi. Katedrallerin çoğunda dış kubbe, iç kubbenin etki bırakmayan yetersiz şeklini ve şemasını gizleyen bir maske olarak kullanılmıştır. Türk mimarisinin geleneğine uyarak Sinan, inanılmaz bir cüretle yükselttiği tek kubbe ile hem mekânı örtmüş hem de dış görünüşün ana hatlarını belirtmiştir. Burada dış görüntü doğrudan doğruya iç yapıdan gelişmekte ve iç yapı ile dış yapı rahatlıkla bir bütün olarak algılanmaktadır.
Avusturyalı İslam ve İran Sanat Tarihi uzmanı Prof. Dr. Ernst Diez'in "Selimiye'deki mekân büyüklük, yükseklik, topluluk ve ışık etkisi bakımından yer yüzündeki bütün yapılardan üstündür" deyişi ilgi çekicidir.
Selimiye Camii, bütünü meydan getiren her bir özelliği ile ilgi çekici olmakla beraber, bu bütünün ortaya koyuluş biçimi ve tüm yönlerin içinde herhangi birinin öne çıkmayarak bütünün içinde yer alması ile diğer abidevi eserlerden ayrılmaktadır.
Hindistan'da Bicapur'da Muhammet Adil Şah türbesi 44 metre çapında dünyanın en büyük kubbesiyle örtülü olduğu halde, ışık fena düzenlendiğinden mekân çok fakir ve cansız bir etki bırakır. Roma'da Panteon katedrali çok büyük fakat silindirik bir yapı olduğundan mekân monotondur, âdeta bakışları yorar. St. Pier kilisesinde ise kubbe birdenbire derine dalarak mekânın sükûnunu bozmakta ve dış kubbe muazzam fenerle birlikte iç kubbenin kifayetsizliğini gizlemektedir. Ayasofya'nın mekânı yan koridor ve galerilere doğru belirsizce kaybolup nerede bittiği anlaşılamamaktadır.
Oysa Selimiye camiinde her taraftan son sınırlarına kadar gerilmiş dengeli mekan, şahane bir sükun halinde olup değişik cazibesiyle her gireni birden sürükler ve bir daha bırakmaz. Yüksek minareler arasında dıştan kubbenin biraz basıkça düşmüş olması mekânın tek bir kubbe ile örtülmüş olmasından ileri gelmektedir.
|