Istranca Masifi
İstanbul Üniversitesi Jeoloji Kulübü
Sabah saat 8.30 sularında bizi kampüste bekleyen minibüsümüzde hepimiz koltuklarımıza oturduk. Gerçi koltuklarımıza yerleşmemizin, minibüs harekete geçtikten sonra pek manası kalmadı. Çünkü, birçoğumuz az sonra jeoloji şarkısını söylemek üzere ayaklandık. 'Cumartesi olunca otobüsler dolunca hey ! Istranca yolları jeologla dolunca...' şarkısını yolumuzu ıslatan yağmurun eşliğinde alkış tutarak söyledik. 2-3 saat sonra Pınarhisar'dan sonra hocalarımızın gerekli gördükleri yerlerde durakladık. Durakladığımız yerlerde bir taraftan mostraları incelerken diğer taraftan hocalarımızın bu mostralar hakkında söylediklerini dinliyorduk.
Trakya'nın kuzey kısmında yer alan Istranca masifi,batıda Tunca Irmağı, Kuzey'de Bulgaristan ve Doğu'da Karadeniz'le sınırlanmıştır. Masifin Ergene Tersiyer havzası ile olan güney sınırı Lalapaşa-Kırklareli-Pınarhisar-Vize-Saray-Pınarca ve Çatalca yakınlarından geçer.
Masifi oluşturan metamorfik kayaçların başlıcaları: çeşitli gnayslar, özellikle gözlü gnayslar (metagranit), çeşitli mikaşistler, mermer, kalkşist, kuvarsit ve fillitlerdir (arduaz). Ayrıca, granit, granodiyorit, diyorit, gabro, siyenit ve monzonit gibi plütonik kayaçlar da masifin Petrografik yapısında yer almışlar.
Plütonik kayaçlar kendilerine komşu metamorfik serileri kesmişler, dokanak bölgelerinde onları farklı biçimlerde ve derecelerde değişikliğe uğratmışlar, oralarda skarn zonları oluşturmuşlar.
Bu arada dinlenmek için ilk molamızı bir köy kahvesinde birer çay içerek verdik. Sanırım kahvedekiler bu tipten bir kalabalığa pek alışık olmadıklarından biraz meraklı biraz şaşkın bakışlarla, ama misafirperver edalarla bizi ağırladılar. Onlarla orada bulunuş amacımızla alakalı muhabbet ettik. Tabi tavla konusunda kendilerine güvenenler hünerlerini sergilemek için küçük bir turnuva bile düzenledi. Yarım saatlik molamızın sonuna gelmiştik. Kahvedeki köylülerle vedalaştıktan sonra yola devam etmek üzere minibüse bindik.
Istranca masifi Güney sınırı boyunca Eosen (Lütesiyen) Kireçtaşları ile, Kuzeydoğu'da Avcılar ile İğneada koyu yakınlarında ise, Üst Kretase (Senomaniyen) tabakaları tarafından açılı diskordansla örtülmüşler. Masifin kara olma evresi de bu devirlere rastlıyormuş.
Kırklareli'nde Eosen (Lütesiyen) yaşlı kireçtaşları ve konglomeratik kumtaşları açılı bir diskordansla metagraniti (gözlü gnaysları) örtmekteymiş. Metagranitin tümü ile kristalleşmesi 245 milyon yıl önce; metamorfizma geçirmesi ise 144 milyon yıl önce gerçekleşmiş. Metagranit iri feldspat tanelerinden, amfibol şistler ise kırıntılı sedimentlerden oluşmuş. Yeşilşist fasiyesinde (Barrow tipi) rejional metamorfizmaya uğramış olan amfibol şistlerin orijinal sedimentasyon yaşı 245 milyon yıldan daha fazla, diğer bir deyimle, Permiyen'den daha eski olmaktaymış.
Koruköy yakınında, amfibol şistler üzerine 20 m. kalınlıkta bir taban konglomerası ile muskovit-serizit-Şist (fillonit, metapelit) serisi gelmiş.
Fillonit serisi üzerinde kristalin kalkerler (mermer ve kalkşistler) yer almış. Dereköy çevresinde, kristalin kalkerlerle faylı olarak sınırlanan siyah şeyl ve sleytler (arduvazşistler) yer almış ve bunlar Bulgaristan sınırına kadar uzanmışlar.
Geniş bir yar kaplayan Demirköy-Granodiyorit plütonu, Kireçtaşları ve şistlerle olan dokanak (kontakt) bölgelerinde onları termik olarak etkilemiş, iri kristalli mermerler ve kalkşistler haline getirmiş, belirgin skarn zonları oluşturmuşlar. Oldukça bol miktarda görülen magnetitler Plütonun ayrışmış kısımlarında magnetit Kumları şeklinde birikmişler ve bir zamanlar demir madeni olarak işletilmişler.
Gezi süresince bir fayın varlığını nasıl ortaya koyacağımızı, hangi soruları kendimize sormamız gerektiğini, arazide gözlem yaparken hangi noktalara dikkat etmemiz gerektiğini öğrendik.
Oldukça yorulmuştuk ve havada kararmıştı. Demirköy'de MTA'nın tesislerinde geceyi geçirmek üzere yolumuza devam ettik. Ancak tesise vardığımızda, buradaki yerin bize yetmeyeceğini anladık. Bir kısmımız hocalarımızla beraber otelde kalmaya karar vermişti. Gece ateşimizi yakmak üzere hazırlığımızı yaptık. Ateşin başında toplanıp şarkılar, türküler söylemeye başladık. Ardından da sohbetler... Kimimiz ateşin başında yorgunluktan uyuya kalırken kimimizde sabahlayacak kadar enerjiyi içinde taşıdığını gösterip muhabbetine devam etti. Sabah saat 7.30'da hepimiz geziye devam etmek üzere hazırlanıp minibüse binmiştik. Yine hocalarımızın anlatmaya değer gördükleri yerlerde mostralarda duraklayıp onları dinleyip, merak ettiğimiz noktalarda sorularımızı soruyorduk.
Artık İstanbul'a dönme vaktimiz gelmişti. Sanırım hepimiz Jeoloji biliminin ne kadar keyifli, doğayla iç içe yaşanılan bir meslek olduğunu, ama bir jeolog olarak da hep meraklı, dikkatli, bilgili ve çok iyi gözlem yapabilmemiz gerektiğini anlamıştık.