Makale Dizini

II. Dünya Savaşı sonrası Bulgaristan'da rejim değişikliği olmuş ve ülkede bir komünist dönem başlamıştır. Bu yıllarda büyük işgücü ihtiyacı duyan Bulgaristan, bir taraftan Türk göçünü engelleme çabasındayken; diğer taraftan da, Türk sosyal kurum ve topraklarına el koyarak huzursuzluk ve göç isteğini artırma gibi çelişkili bir tutum içindedir. Bu karmaşık ortamda Türk azınlığa ait tarlalar ellerinden alınmaya, okullar devletleştirilmeye ve Bulgarlaştırılmaya, önemli Türk aydınlar tutuklanmaya başlandı. özellikle 1947 sonrası artan bu tür baskı politikaları, Türk azınlık üzerinde infial yarattı ve milli benlik ve yeni nesilleri koruma endişesine sevk etti. Böylece büyük bir soydaş kitlesi, Türkiye yetkili ve diplomatik temsilciliklerine müracaat ederek göç taleplerini iletmişlerdir.

Bu talepleri değerlendiren Türk hükümeti, 31 Mayıs 1947'de aldığı bir kararla II. Dünya Savaşında Sovyetler Birliği'nden Avrupa'ya sığınan soydaşlarımızdan mülteci kabulü ile Bulgaristan'dan serbest göçmen (hükümetten yardım almayacak) kabulünü karara bağlıyordu. Bu kapsamda 1947-50 arası her yıl 1-2 bin arası bir göçmen kitlesi gelmiştir. Ama 10 Ağustos 1950'de Bulgar hükümeti, Türkiye'ye bir nota vererek Bulgaristan Türklerinden 250.000 kişinin üç ay içinde Türkiye'ye göçmen olarak alınmasını talep etmiştir. Bunun üzerine gergin olan Türk-Bulgar ilişkileri daha da kötüleşti ve karşılıklı bir nota düellosuna girildi.

Bulgaristan adeta bir tehcir operasyonu ile Türk ekonomisini felç etmek ve Türkiye'yi cezalandırmak istiyordu. Ayrıca Bulgaristan, göçmen kitleleri arasına bazı zararlı insanlar sokmayı ve göçmenlerin mallarını yok pahasına satmalarını arzuluyordu. Bulgar entrikalarını engellemek için Türkiye, Bulgaristan'dan gelecek soydaşlara vize uygulamış ve bu kapsamda 1 Ocak 1950 ile 30 Eylül 1951 tarihleri arasında 212.150 kişiye Türkiye'ye giriş vizesi vermiştir (bunların hepsi Türkiye'ye gelemediler). Türkiye, Ocak 1950'den başlayan ve gittikçe artan oranlarda göçmen kabul etmiştir. Ancak üç aylık bir süreçte 250.000 kişinin kabulü mümkün değildi.

Bu şekilde göç akını sürerken Bulgarlar, Türk göçmenler arasına vizesiz bazı kimseler ile çingeneler soktular. Bunun üzerine Türkiye, bunları Bulgaristan'a iade etmek istemiş ve Bulgaristan ise buna yanaşmamıştır. Arkasından Türkiye, 7 Ekim 1950'de sınırı kapattı. Vizesiz kimselerin geri alınacağı ve bir daha da benzer olayların yaşanmayacağının Bulgarlarca kabul edilmesi üzerine, Türk-Bulgar sınırı 2 Aralık 1950'de tekrar açıldı. Bunun üzerine 1950-51 kışının Aralık, Ocak ve Şubat aylarında 20'şer binin üzerinde göçmen kitlesi Türkiye'ye sığındı. Nisan'da Türk hükümeti aldığı bir kararla 1 Ocak 1950'den beri Bulgaristan'dan Türkiye'ye gelmekte olan tüm göçmenler "iskanlı göçmen" statüsüne (yani devlet desteği verilecek) alındı.

1951 yazı esnasında sayıları gittikçe azalmakla birlikte göç yürüyordu; ama Bulgaristan, yine göçmenler arasına bazı vizesiz ve çingene kişileri soktu. Bunun üzerine Türkiye, Haziran-Ekim 1951 tarihleri arasında altı nota vererek istenmeyen kişilerin geri alınmasını ve sahtekarlık yapanların bulunup cezalandırılmasını talep etti. Bulgarların Türk notalarına olumlu bir cevap vermemesi üzerine Türkiye, 8 Kasım 1951'de ikinci kez Türk-Bulgar sınırını kapattı. Buna karşılık Bulgar hükümeti, 30 Kasım 1951'de Bulgaristan'dan Türkiye'ye göçü kesin olarak yasaklıyordu. 1950-51 yıllarını kapsayan dönemde toplam 154.393 soydaş Bulgaristan'dan Türkiye'ye göçmen olarak gelmiştir. Bu göçmenler, kısa sürede ev sahibi olmuş ve üretici duruma geçmişlerdir.

Sosyalist bir ülkeden kapitalist Türkiye'ye göç, komünist camiada hoş karşılanmamış ve Stalin'in emri ile durdurulmuştur. Ayrıca Stalin, Bulgaristan Türklerinin ileride Türkiye'de yapılacak sosyalist devrimin öncüleri olarak yetiştirilmelerini de emreder. Bunun üzerine Bulgaristan'da kapatılmış olan Türk okulları Türkçe eğitim verecek şekilde yeniden açılır. Ancak 1950-51 yıllarındaki büyük göçle yetişmiş elemanların çoğu Türkiye'ye göçtüğünden öğretmen sıkıntısı çekilir. Bu problemin çözümü için Bulgaristan Türklerinin eğitiminde "Azerbaycan" model seçilir ve 1952 yılında bu ülkeden Bulgaristan'a birçok Azeri uzman ve danışman getirilir.

Azeri uzmanlar Bulgaristan Türk eğitimini inceledikten sonra hazırladıkları raporda Türklerin eğitim açısından çok geri kaldığı ve alınması gerekli tedbirleri belirtmişlerdir. Bunun üzerine Bulgar hükümeti, Bulgaristan Türk okullarının durumunu iyileştirmek için 5 Ağustos 1952 günü bir dizi kararlar alır. Bunlar; Türk pedagoji okulları açılması (Kırcaali, Razgrad ve daha sonra Sofya'da), Türk kız lisesi ve ortaokulu açılması (Rusçuk'ta), Türk öğrencilere burslar verilmesi, yeni Türkçe ders kitapları hazırlanması ve Sofya Üniversitesi'nde Türkler için yeni bölümler açılması gibi konuları içeriyordu.

Yeni açılan okullarda bazı Azeri hocalar da görev almış ve Bulgaristan Türklerinden seçtikleri asistanları yetiştirmişlerdir. Yine bu dönemde 30 dolayında Türk öğrenci, yüksek öğrenim yapmak için Azerbaycan'a gönderilmiştir. Azeri uzmanlar, Bulgaristan Türk okul müfredatlarının gelişmesi ve güncelleşmesine büyük katkı sağlamışlardır. Ancak Bulgaristan Türklerine uygulanan sosyalist içerikli eğitim planı tutmamış; bilakis Azeri Türk uzmanların gayretleri ile soydaşlarımızın Türklük bilinci ve milliyetçilik duyguları daha fazla artmıştır.

Stalin'in ölümü ve Türkiye'de sosyalist bir devrimin mümkün olamayacağının anlaşılması ile Bulgar yönetimi, Türk azınlığa yönelik politikaları sil baştan değiştirmiştir. Bu kapsamda; 1956'dan itibaren Azeri uzmanlar ülkelerine gönderilmiş, Sofya Üniversitesindeki Türklere ait bölümler kapatılmış, Türk öğretmen okulları ve liselerindeki eğitim dili tekrar Bulgarca olmuştur. Ayrıca yüksek okul mezunu Türk gençlerine uzmanlık alanlarında görev verilmemiştir. Daha sonra Türklere ait ana, ilk ve ortaokullar ile liseler kapatıldı, Türk tiyatro faaliyetleri durduruldu, komünist propaganda içerikli hariç Türkçe kitap basımı yasaklandı, Türkçe radyo yayını sona erdi.

Komünist rejim döneminde Bulgaristan'da sanayileşme ve ağır sanayi geçiş çabalarında konunun sosyal boyutu düşünülmedi. Böylece köyler boşaldı. Diğer taraftan kooperatiflerin yaygınlaşması ve özel mülkiyetin yasaklanması, tarımsal ve zirai üretimde verimsizliğe neden oldu. Bu durum, bir tarım ülkesi olan Bulgaristan'ın dış pazarlara tarımsal ürünler ve kaliteli sanayi mamulleri satamamasına sebep oldu.

1949-1956 yılları arası dönemde toprakların kollektifleştirilmesi ile Türkler, çok daha kötü duruma ve ikinci sınıf vatandaş konumuna düştüler. Ayrıca bu dönemde; toplu halde yaşayan ve kültürlerini muhafaza eden soydaşlarımızın dağıtılması ve asimile edilmesi de sistematik hale getirilecektir. 1950'lerde Bulgaristan'da komünist içerikli bir Türk eğitimi gelişti. Bu durum; 1946'da Türk okullarının devletleştirilmesi ile başladı, 1950-51 göçü ardından yoğunlaştı ve 1959-60 öğretim yılında Türk okullarının Bulgar okulları ile birleştirilmesiyle sona erdi.

Bulgar faşist ve komünist yönetimleri, Türklerin sosyal ve kültürel varlıklarını ortadan kaldırmayı amaçlayan ve birbirlerini tamamlayan politikalar tatbik etmişlerdir. Sosyalist dönemde başlayan Türk eğitimini kalkındırma çabaları çok kısa ömürlü oldu. Türk pedagoji okullarıyla liseleri, 1956/57 kapatıldı. 1958/59 öğretim yılında ise, Türk azınlık okulları Bulgar okullarıyla birleştirildi.

Türk okulları 1946'da devletleştirilmiş olmakla birlikte Bulgarlardan ayrı Türkçe eğitim yürütüyorlardı. Bu eğitimin içeriği sosyalist idi. Todor Jivkof yönetimi altındaki Bulgar hükümeti, tüm Türk azınlık okullarını kapatarak Bulgarlaştırıyordu. İlkokullardaki uygulama üçe ayrıldı: (1) nüfusu tamamen Türk olan köy ve mahalle okulları bu durumunu korudu, (2) Türk ve Bulgarların birlikte yaşadıkları ve Türklerin çoğunlukta olduğu yerlerde karma sınıflar oluşturuldu ve eğitim dili Bulgarca oldu ve (3) Türk ve Bulgarların birlikte yaşadıkları ve Türklerin azınlıkta olduğu yerlerde Türk çocukları, Bulgar okullarına aktarıldı.

Ayrıca yine aynı dönemde Türk ortaokulları da Bulgarlaştırıldı ve Bulgar ortaokulları ile birleştirildi. Bu uygulamalarla; Bulgaristan Türklerinin Türkiye'den koparılması, Bulgarlaştırılıp Bulgarlarla kaynaştırılması amacı güdülüyordu. Bu uygulamalarla birlikte birçok Türk öğretmen açığa alındı ve Türkçe ders kitapları toplatıldı. Bu uygulamalar demokratik usül ve yöntemlerle değil tepeden inme komünist parti kararlarıyla yaptırılmıştır. Türk dili eğitimi her geçen gün azalmış ve 1970'ye gelindiğinde tamamen ortadan kalkmıştır.

1950-51 göçünden sonra Bulgaristan'daki ilk genel nüfus sayımı 1 Aralık 1956'da yapıldı. Bu nüfus sayımına göre Türklerin sayısı 1 milyon kadardır (Pomakların sayısı ayrı gösterilmekte). Türkler genelde köylerde yaşamaktadır. Sekiz yaş ve üstü 505 bin olan Türklerin yaklaşık üçte birinin okuma bilmemesi ve çeşitli düzeylerde okul bitirmiş olanların ise çok az olması konunun vahametini göstermektedir. Bu amaçla tüm Bulgar yönetimleri ortak çaba harcamışlardır.

1960'larda 27 Mayıs ihtilali ve sonrası gelişmeler, koalisyon hükümetleri ve Kıbrıs sorunu v.b. gibi meselelerle uğraşan Türkiye, komşu Bulgaristan'daki soydaşların eğitimine gerekli ilgi ve alakayı gösteremedi. Todor Jivkof yönetimi, köklü Bulgaristan Türk eğitimini boğazladı.

Bulgaristan'dan Türkiye'ye göç kampanyası ve bu amaçla Türk temsilciliklerine yapılan resmi müracaatlar, 19 Mart 1964'te 400 bine ulaşmıştı. Bu kampanyanın gerisinde Türk azınlık okullarının kapatılması ile yeise düşen ve Bulgarlaştırılacağı hissine kapılan soydaş kaygıları yatmaktadır. Ancak göç konusu Bulgar makamlarınca şiddetle yasaklanıyor ve kelimenin telafuzu dahi ağır ceza gerektiriyordu. Bulgarları kaygılandıran ve endişeye sevk eden husus, çok ağır işlerde çalışan Türklerin göçmesi ile işlerin aksayacağı ve Bulgar ekonomisinin zarar göreceği idi. Kısa bir süre sonra Bulgaristan'da Türk olmak veya kalmakta suç sayılmaya başlanacaktır.

Bulgaristan, kurulduğu günden itibaren sistemli bir şekilde Türk azınlığı yok etmeye çalışmıştır. Bu amacın son halkalarından birisi olarak 17 Temmuz 1970'da Bulgaristan Merkez Politbüro yetkilileri 549 sayılı "gizli tehdiş ile milliyet ve din değiştirme" kararı almışlardır. Bu dönemde Bulgar yönetimi, bir "Komünist-Bulgar-Slav toplumu" yaratma fikrini benimsemiş ve azınlıkların din, dil ve isimlerini değiştirme planları yapmıştır. önce Çingene, Gagavuz ve Pomak'ların adları değiştirilmiş ve arkasından da diğer Türklere benzer yöntemler uygulanmıştır.

Bu uygulamaya karşı gelenler çok ağır cezalara çarptırılmışlardır. örneğin 1972'deki Rodoplar'daki uygulamada 10 binin üzerinde masum soydaşımız katledilmiştir. Bulgarları bu tür çılgın karar ve uygulamalara iten nedenlerin başında, Türklerin hızlı nüfus artışı karşısında Bulgarların zamanla azınlığa düşme endişesi yatmaktadır. Nitekim bu kaygılar, çeşitli resmi toplantı ve raporlarda dile getirilmiştir.

1964'te Türk-Sovyet ilişkilerinin gelişmesine paralel Türk-Bulgar ilişkileri de iyileşmiştir. Bu kapsamda Bulgaristan'la; ticaret anlaşması (1965), ekonomik, sosyal ve kültürel haklar sözleşmesi (1966), ve medeni ve siyasi haklar sözleşmesi (1966) imzalanmıştır. Ayrıca iki ülke arasındaki parçalanmış ailelerin birleştirilmesini amaçlayan "Yakın Akraba Göç Anlaşması" da uzun pazarlık ve görüşmeler neticesinde Türk ve Bulgar Dışişleri Bakanları tarafından 22 Mart 1968'de Ankara'da imzalanmıştır.

1969-78 yılları arasındaki göçün kökü, 1950'lere dayanıyordu. O yıllarda Türkiye'ye gelen bazı soydaşların yakın akrabaları Bulgaristan'da kalmıştı. Bu nedenden parçalanmış aileler birleşmek istiyordu. Diğer taraftan vize almış, malını mülkünü satmış bir çok Türk sınırın kapatılmasından dolayı göç umutları içinde Bulgaristan'da kalmıştı. Bu konular iki komşu ülke arasında potansiyel bir sorun oluşturuyordu.

Türkleri göçe iten nedenlerin başında 1949-1956 yılları arası Bulgaristan tarım topraklarının kollektifleştirilmesi olmuştur. Bu vesile ile çoğunluğu çiftçi olan Türklerin toprakları ellerinden alınmıştı. Bu durumda Bulgaristan'daki soydaşlar ve onların Türkiye'de bulunan yakınları Türk makamlarına müracaat ederek göç taleplerini iletmişlerdir. Bunun üzerine Türk Dışişleri Bakanlığı, Bulgar makamları ile temasa geçerek bir göç anlaşması yapmanın yollarını aradı. Ancak Sofya hükümeti, tüm iyi niyetli çaba ve girişimleri geri çeviriyordu. Bu arada 1959-60 öğretim yılında Türk azınlık okullarının Bulgar okulları ile birleştirilmesi ve Türkçe eğitimin yasaklanması ile de soydaşların göç arzuları daha fazla arttı.

Mart 1964'e gelindiğinde resmen Türk makamlarından göç talep eden soydaş sayısı 400 bini bulmuştu. Türkiye'deki koalisyon hükümetinin müspet çabalarına Bulgarların yapıcı bir yaklaşım göstermemesi, çözümü savsaklıyordu. 21 Ağustos 1966'da Bulgaristan Dışişleri Bakanı Ivan Başef'in Türkiye ziyareti sırasında yapılan görüşmelerde bir çözüm ihtimali belirdi. Sınırlı da olsa göç hususunda ortak irade oluştu. Bu kapsamda Türk ve Bulgar uzmanların Aralık 1966 - Ocak 1967 arası Sofya ve Kasım 1967'de Ankara'da yaptıkları görüşmelerden bir sonuç alınamadı.

Uzun müzakereler neticesinde bir göç anlaşması imzalandı ve 24 Şubat 1968'de Türk Dışişleri Bakanlığı tarafından kamuoyuna duyuruldu. Buna göre; 1952 yılına kadar Türkiye'ye göç etmiş Bulgaristan Türklerinin birinci dereceli yakınları serbest statülü göç kapsamına alınıyor ve belirli bir plan ve program dahilinde Türkiye'ye gelmelerine izin veriliyordu. Ayrıca soydaşlar, Bulgaristan'daki gayri menkullerini satıp alacakları bazı malları da Türkiye'ye getirebileceklerdi (bu durum pek işlemedi).

Göç anlaşması, iki ülke dışişleri bakanları tarafından 22 Mart 1968'de Türkiye'de imzalandı. Bu anlaşma, 17 Mart 1969'da TBMM onaylandı. Daha sonra 8 Ekim 1969'da ise ilk göçmen kafilesi Edirne Karaağaç istasyonuna geldi. Bunu izleyen on yıl boyunca da her hafta (Aralık-Mart ayları hariç) göç kafilelerinin gelmesi sürmüş ve bu kapsamda gelen göçmen sayısı tüm tahminlerin aksine 130 bin gibi büyük bir sayıya ulaşmıştır. Böylece cumhuriyet tarihinde Bulgaristan'dan Türkiye'ye gelen göçmen sayısı 600 bini aştı.

Sitemizde sizlere daha iyi hizmet sunulabilmesi için çerezler kullanılmaktadır. Hizmetlerimizi kullanarak çerez kullanımına izin vermiş olmaktasınız.